ManşetŞükran Eslem DağYazarlar

Misli Yusuf

Güneşin gözü aydın olur mu?

Yusuf’un hakkı yerde kaldı mı?

Âmâya aydınlığı, sağıra sesi tanımla, demek gibi hayli garip ve anlaşılması güç bir hadise.

Yusuf’un kuyu ve zindana mahkûm edilmesi; ona hürriyetini kaybettirmenin aksine, mazlumiyet ve mağduriyetini gören yüce Rabbimizin Ona üstün nitelikler bahşetmesi ile şan ve makam sahibi etmiştir.

Onu kuyu ve zindana layık görenler mi yoksa bulunduğu hal içerisinde iken dahi kendisi mi daha hür ve huzurlu idi? Bu ince detayı atlamadan, iyice kavramak gerekir.

Niyetin oluşumu, yaşam tarzını da sonucu da etkilemektedir. Herkesin niyeti kendi sonunu etkiler. Mevzulara hikmet nazarıyla bakarken, bir de sebep sonuç ilişkisini de iyi değerlendirmek gerek.

Yusuf bir simgedir, bir kimliktir. Yusuf özel ad olmakla birlikte bir halin de adıdır. Mazlum zindan ehlinin hürriyet kokan adıdır.

Yusuf, yüce makamının haricinde bir insan idi ve tarihe emsal olacak haksızlıklara sabretti.

Yusuf, af gerektirecek bir suç işlemediği gerekçesiyle, haklı olarak affı reddetmiş, iade-i itibar talep etmiş ve manevi hürriyetiyle maddi varlığını zindandan çıkararak, asıl vicdan esaretinde çürümeye yüz tutanları azat etme yüceliğini göstermişti.

Yani Yusuf zaten hür iken, hürriyetini talep edemezdi ve ortada bir suç yokken affedilmeye de muhtaç olamazdı. Adaletsiz ve haksız bir tutumun içerisine itildiği için olmayanı talep etmekle birlikte affedici makamında yer almakta idi.

Yusuf, iyilik ve niceliğin eş anlamı olacak kadar yüce gönle sahip olmaktı. Tevazuun yürüyen ve biçime bürünen halidir adeta. Yusuf olmak, değerleri uğruna kendini adamak her yiğidin harcı değildi.

Güneşin istidatını göremeyenler, aydınlığa ihtiyaç duyarlar ve herkesi de kendileri gibi sanırlar. Değil mi ki; “Kişi kendinden bilir işi.” Bazı beşerler karanlığı taşır, bazısı ziyayı; karanlığı taşıyan ziyan olur taşıdığı karanlıkta kaybolur, hiç olur. Ziyayı taşıyan ise insan olur, hakikat yanında yer bulur kurtulur.

Yusuf olabilmek de ziyayı taşıyabilmiş, yansıtabilmiş olmanın adıdır.

Yusuf zulümatı yırtan, içine karanlığı yerleştirendir. Bediüzzaman Nursi misali…

Yusuf, dört duvar arasında sakladığı kendi öz ve saf hürriyetini, zindandan çıkarak dışarıya taşı(r)dı. Beşeriyeti insanlığa, kötülüğü iyiliğe, esareti hürriyete çevirerek değişim ve dönüşüm gerçekleştirmiştir. Yusuf’un vefasızlara gösterdiği adalet ve merhamet dahi onları hak yönüne çeviremedi. Böylece kendi nefislerine esaretle davasız kimliklerini perçinlemiş oldular/oluyorlar(!).

Bilge ve şefkatli kimliği ile kendisine eza gösterenleri cefadan kurtarmıştır O.

Şimdi uzun uzun anlatımlara hacet yok! Anlayana sözün özü yeterlidir. Artık herkes kıssadan payına düşen hisseyi alır muhakkak. İnşallah!

Tarih boyunca mazlumlar ve zalimler süregelmiştir. Ancak işin ilginç yanı; zalim mazlumdan daima boyun eğme, af ve eziklik bekler. Peki neden? Bu gidişe kimse niçin dur demez?

Rabbimiz ayeti kerimesinde buyurmadı mı? “Siz kendinizi değiştirmedikçe biz sizi değiştirmeyeceğiz…”

Yeryüzünde mazlumları gören sayısız göz, seslerini işiten sayısız kulak nerede? Haktan hukuktan bahseden diller, neden bu konuya gelince lal olmakta?

Dünyanın her yerinde mağdur, mazlum ve suçsuz mahpuslar var ancak elimiz, dilimiz ve dahi gücümüz yetişemez. Peki ya ülkemiz sınırlarında, izzetinden sadece Rabbine yakaran mazlum sesleri duyan hiç kimse yok mu?

Hele de Yusufilerin geride kalan gözü yaşlı Yakuplarına şahit olup gözlerini başka yöne çevirenler, Rablerine nasıl hesap verecekler? Elbet bir gün Allah’ın adaleti tecelli edecek ve cebren ikametgahları zindan kılınanlar, yüreklerindeki huzur ve hürriyetle dışarı taşacaklardır.

Aslolan hangi tarafta yer aldığımız ise neden mazlumiyetin yanında yer almıyor safımızı belirtmiyoruz? Bu gün var olan kudretimiz yarın olmayabilir veya güneşimiz batınca her şey için çok geç olacaktır.

Bunlara ve daha nice hukuksuz gidişata dur demek bu kadar zor olmamalı. Yıllara yayılan prosedürlerle vakit kaybettirilmemeli. Bahanelerin arkasında kayıp olunmamalı.

Ne yazık ki, şefkat olgusu ile zulüm ve günah kavramı yeteri kadar algılanmayan bir nesil yetişiyor. Zulmü gören, böyle büyüyen bir nesil sağlıklı olabilir mi?

Yarınlarımızda hak ve adalet kavramları nasıl şekillenecek, ne korkunç boyutlara ulaşacak farkında olan var mı? Nefret tohumları ekmek, kötülük etmek yarınlarımızı kirletmekten, ektiğimizi biçmekten başka hiç bir işe yaramayacak. Bu gün henüz aydınlık üzerimizde iken, doğru yolu bulmazsak karanlıkta el yordamıyla bulmamız imkansız hale gelir. Yarınlar bizden, sizden, iyi kötü bütün taraflardan sahip olduğumuz en kıymetli hazinemizi götürmekte iken, neye ve niçin bu kahreden sessizlik? Ne vakit akıllara gelecek zalime amel defterinin soldan verileceği?

Fark ortaya koyulur, görünür. Adalette farkını göstererek ses edene, hüküm verene, Rabbimiz ömrüne bereket, ameline hasenat versin. Hak dinini, hal ve kal diline yansıtarak fani dünyasına tercih edenlerden Hak Teala razı olsun.

Adaleti isteme cesareti olanlardan ve selamete uğrayan kullardan olmak temennisiyle…

Şükran Eslem Dağ | Nisanur Dergisi | Kasım 2018 | 84. Sayı

Yorum yap