Yazmaya başlarken insanın yüreği gibi kalemi de titrer miymiş? Nasıl yazsam, nereyi yazsam, hangi noktaya dikkat çeksem sancılarıyla başlar mıymış doğum? Ne haddime, derken “Hadi Bismillah!” diyen, içten gelen itici bir güce kim dayanabilirmiş?
Hani vardır ya, lise yıllarının anketlerinde geçen “en” soruları.
“En sevdiğin öğretmen kim?”
“En şaşırdığın olay ne?”
“Seni en çok mutlu eden şey ne?”
Benim de gönlüme “Resulullah Efendimiz (ﷺ)den sonra seni en çok etkileyen peygamber kim?” sorusu düştü. ‘Hz. İbrahim’ cevabının dilime hemen düşmesinin şaşkınlığını yaşarken başladı yolculuğum. Ya da kim bilir belki de çok önceden başlamıştır seyahatim, benden habersiz.
Küçük bir çocuk oluyorum Babil’de, Nemrut’un ilahlığını ilan ettiği sarayında. Öyle bir ilah ki; gördüğü bir rüyanın yorumuna göre tahtını kaybedebileceği korkusuyla gözüne uyku girmez olmuş(!). “Doğacak tüm erkek çocuklar öldürülürse sorun bitecek” demiş bu ilaha, akıl hocası(!). Sonra bir mağarada çocuğunu gizlemeye çalışan bir annenin endişesine tanık oluyorum. *
Mağaranın müdavimi olmuş bu annenin, “ İbrahim” deyişi hala kulaklarımda. Yıldıza, aya, güneşe bakarken “Batanları sevmem” deyip Rabbine giderken İbrahim, ben keyifle izliyorum olan biteni.“Yıldıza, aya, güneşe baktığımda ben ne dedim?” diye düşünürken başka bir soru kemirdi beynimi. Ben gökteki bu işaretlere baktım mı acaba?
İbrahim ile büyüyeceğimden midir ayrılamayışımın nedeni? Babası Azer’in yaptığı putları satarken görüyorum onu. Boynuna taktığı iple sürüklerken putu “Kendisine bile faydası olmayan bu putun alıcısı yok mu?” diye bağırışı, gülümsetiyor beni. “Babacığım görmez misin…” ile başlayan şefkatli konuşmalarına babasının taş kesilişi üzse de beni, gayretini takdir eden bakışlar atıyorum ona. Putları kırdıktan sonra baltayı büyüğünün boynuna asıp “O yapmış olabilir. Sorun isterseniz.” deyişinin üzerine söyleyecek söz bulamıyorum. “Belki düşünür, yaptıkları hatadan vazgeçerler” diye gösterdiği çabayı anlayamıyorum. Ben insanların iyiliğini istemeyi, onları Rablerine götürmede köprü olmayı, bunun için gayret etmeyi en son ne zaman istedim? Sahi ben aynı kapıdan bunun için kovuldum mu hiç?
Uçan kuşları bile kavuran o ateş de ne öyle? Putlara inanmamanın, inandığı Allah’ı anlatmanın, putları kırmanın bedelini mi ödettirmek istiyorlar sana? Ben endişe, korku dolu ararken seni, mancınıktaki o sakin, itminan oluşun durduruyor beni. Allah’ı tanıyana her şey tanıdık, derler. Ateşten ürkmeyişin bundan mıdır? Cebrail’e verdiğin cevaba ne demeli? “Aramıza girme. Allah durumumu biliyor.”
Ahh! Allah için yaptığım küçücük işlerde bile Allah’ı kendime borçlu düşünmem, ne haddini bilmezlik? “Allah beni kurtarır” yerine “Allah benden haberdar” diyebilmek… Allah sadece İbrahim’den mi haberdar?
Aradan çok zaman geçti. Bir imtihandan diğerine savruldun ama Allah ile yürek bağın o kadar güçlü ki sen hiç savrulmadın. Babil, Mısır, Filistin… Hiçbir yerde vazifeni terk etmeyişine, dekor ve oyuncular değişse de senin Rabbine olan alakanın hiç değişmediğine tanık oldum. Ancak ihtiyarlığında tattığın babalık duyguna rağmen, minik bebeğini ve annesini çorak topraklarda bırakışını hayretle izledim. Hacer annemiz seslenmese ben seslenecektim arkandan…
“Nereye gidiyorsun İbrahim? Bizi buraya bırakmanı Rabbin mi istedi?” Nasıl bir aileydiniz ki siz “Rabbim istedi” yetiyordu size? Ya ben, çok sevdiğimi arkamda bırakacak teslimiyeti bir kerecik olsun gösterdim mi İbrahim? Allah ne dilerse hayırdır, diyebildim mi?
“İsmail’i kurban etmeye götürüşünü Rabbin mi istedi? Bir kalpte iki sevgi olamayacağından mı tekrar İsmail ile imtihan edilişin? Yoksa bizim göremediğimiz, bilemediğimiz hikmetler mi gizliydi? Bıçağı dayarken boynuna titredi mi elin, yüreğin? Ateşe atılırken kendinden mi yoksa bıçağı dayarken sevdiğinden geçmek mi zordu?” duygusallığıyla bakarken yaşananlara “Babacığım emrolunduğun şeyi yap” sözleriyle kendime gelebildim.
“Niye ben?”
“Yetmez mi?”
“Bunun anlamı ne?” dememen, dostunu çok iyi tanıyışından, güvenişinden miydi? Derinliği artanın kaldırma kuvveti de mi artar? Ya da Allah’a beslediğin hüsnü zan, ithamlarda bulunmanı engelledi mi? Benim İsmail’im kim ya da ne? Mesafeyi muhafaza edemediğim her münasebet, ruhuma bir çizik attığından mı savrulmalarım? Yüreğimle bakmayı bilmediğimden mi doğruyu bulamayışım?
“Dostum” dedi sana dost edinmeye ihtiyacı olmayan. Sana olan ilgisini böyle ifade etti. Sevdin, güvendin, teslim oldun ya gerisi kendiliğinden geldi. Rahmetiyle seni kendine yakın kıldı Rahman olan. Senin kalbin gaflete düşmedi, ilgisiz kalmadı sahibine. Hep yakın ve uyanık oldu. Vazifesini yapıp fani olan sermayeyi ebediye dönüştürdü. Ağır geldiğinde kalbin teselliyi, gözyaşları olan duada buldu.
Rabbinle aradaki mesafe az bile olsa arada bir engel varsa yakın değilsindir. Bütün engelleri tek tek kaldıran imtihanlarına “Lebbeyk” dedin. Allah’ı dostun bildin, ötekileri dostunun dostları. Bağlı olduğunun değeri ile değerlendin, O’nun hatırına; O sevdiği için sevildin. Allah sana rahmet ve bereketinden çok verdi. Çünkü İbrahim, şunu öğrettin ki; yakınsan berabersin. Berabersen her yerde O vardır. Her yerde O varsa ne yaşadığın önemli değil. Artık sen, sen değilsindir, yansıtıcısındır.
İbrahim, üç dinin atası Kâbe’yi inşa edip insanları hacca mı çağıracaksın? Beni de çağır ki senden öğrendiklerimle hayatıma yeniden bakayım.
Son söz yerine ya da ilk söz;
“İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa/125)
*Bakınız Sa’lebi s.72-74 ve Taberî 1, 234-235
Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Kasım 2018 | 84. Sayı
Yorum yap