[ap_dropcaps style=”ap-square”]A[/ap_dropcaps]llah Teâlâ, Kur’an’ı Kerim’i kullarının yaşamlarına şekil veren hayat kitabı olarak indirdi. Yaş-kuru, insanların ihtiyaç duyacağı her şeyi Kur’an’da zikrettiğini belirterek insanları Kur’an’a uymaya ve hayatlarını onunla şekillendirmeye davet etti. Hz. Peygamber (sav), İslam toplumunu Kur’an’ın ruhuyla diriltti. Kur’an’la donatılan İslam toplumu, bütün toplumlara olgu olacak güzel bir yaşam ortaya koydu. Kur’an sayesinde, deve çobanlığı yapan ve cehalet içinde yüzen bir toplumdan bütün beşere insanlık dersi veren bir toplum meydana geldi.
İslam tarihi boyunca Müslümanlar Kur’an’a bağlı kaldıkça aziz, onurlu ve başkalarına olgu olacak bir hayat sürdürdüler. Kur’an’dan uzaklaştıkça da büyük sıkıntılarla karşılaştılar. Özellikle son asırlarda Kur’an’ın insan hayatına hükmetmesi yerine, beşeri düşüncelerin hükmetmesiyle Müslümanlar, tarihlerinin en sıkıntılı zamanlarını yaşadılar. Ancak, bütün olumsuzluklara rağmen; İslam ümmeti içinde kısmi de olsa Kur’an’a yönelişin başlaması ve Müslümanların dünyayı sarsan Batı değerlerini ellerinin tersiyle itip Kur’an’a dönmeleri, izzetli günleri yakalamalarına yönelik büyük ümitlerin doğmasına yol açtı.
Bugün Müslümanların en büyük sorunu; Kur’an’la bir şekilde ilişkileri olduğu halde, Kur’an’dan başka şeylerin hayatlarına yön vermesi ve yaşam çerçevelerini başka şeylerin şekillendirmesidir.
“Ve elçi dedi ki: ‘Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.” (Furkan: 30)
Toplumumuzun Kur’an’dan epey mesafe aldığı bir dönemde yaşıyoruz. Kur’an, merasimler ya da Ramazanlarla sınırlı bir hale gelmiş durumda. Evliliklerde, mezarlıklarda ve Ramazanlarda kılıfından çıkarılıp okunduktan sonra yerine konulmakta böylelikle sanki onunla olan işler bitmiş bir şekilde davranılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim çoğu zaman yüzünden ya da ezbere okunduğu halde; anlamına eğilme, ayetlerin ifade ettiği manalarla ilgili çalışmalarda bulunma oldukça kısıtlıdır. Onu tecvidle ve güzel bir kıraatle okuma çabaları olduğu halde; aynı gayretler, içerdiği manayı anlamada yeterince görülmemektedir.
Bazen yüzünden okumayla birlikte bir yere kadar manasının gözetildiği görülse de Kur’an’ın hakikatlerini hayata aktarma ve olaylara bu hakikatler muvacehesinde bakma gibi bir eğilime çoğu zaman rastlanmaz. Bir kısmı için bu hakikatler, güzel sözlerden öte bir anlam ifade etmemektedir.
Kur’an’ın anlamına vakıf olanlar çoğu zaman okuyup neler kast ettiğini anladıkları halde, hayatlarını şekillendirmesine müsaade etmezler. Belki de Kur’an öğretisini bir kültür külliyatı olarak algılarlar. Hayatlarını Kur’an değil başka şeyler yönlendirir. İslam’ın hakikatleri hayatlarını şekillendirmediği için İslami çağrıları da başkalarını etkilemez.
Oysa Kur’an-ı Kerim; hayatın her alanında Müslümanların atacağı adımları belirlemiş, Allah Teala’nın istediklerine uydukları taktirde aziz ve üstün olacaklarını belirtmiştir. Kur’an’ın değindiği konulardan biri olan ‘infak’ hakkındaki birkaç ayeti örnek olarak verirsek, meseleleri zikretmedeki yaklaşımı ve Allah’ın isteklerine uymakla insanın kazançlarının ne olacağı hakkında gerekli bilgiye ulaşırız:
“Sizin yanınızdaki dünya malı tükenir, Allah’ın katındakiler ise tükenmez. Muhakkak ki biz; Allah yolunda sabredenleri, yaptıkları amelin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.” (Nahl: 96)
“De ki: “Gerçekten Rabbim kullarından dilediği kimseye, rızkı hem genişletir hem daraltır. Her neyi hayra harcarsanız O, onun yerine başkasını verir. Hem O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Sebe: 39)
“Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.” (Bakara Suresi /261)
Kur’an hayata hükmetmeyince ve Müslümanlar olaylara Kur’an hakikatleri ışığında bakmayınca sorunlar başlar. Dengeler altüst olur. İman edenleri yeniden imana davet eden Allah Teâlâ; istenilenin gerisine düşenlerin dikkatini çekmekte, iman edenlerin ise hayatlarını İslam’la şekillendirmedikleri zaman yeniden iman edip hayatlarını Kitab’a göre düzenlemeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisa Suresi /136)
Ayeti kerimeler muhkem olduğu, bütün çağlara hitap ettiği ve her zaman tazeliklerini korudukları halde Müslümanlar neden bunları göz ardı edip başka alanlara yönelme ihtiyacı duyuyorlar? Hâlbuki Kur’an’da bir eksikliğin bulunduğunu ya da teknolojinin zirvede olduğu bugünkü dünyaya hitap edemediğini hiç kimse ileri sürememektedir. Kur’an’ın çağlar üstü gerçekliği ve her zamana hitap eden hakikatleri, bütün bu iddiaları geçersiz kılmaktadır. Öyleyse Kur’an’dan uzaklaşmanın temelinde şiddetli bir zaaf ve büyük bir gaflet yatmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’den yüz çevirmenin temelinde; onun kastettiği asli şeylere yeterince önem vermeme yani bir taraftan insanın hidayeti, saadeti ve mutluluğuna yol açan diğer taraftan da zarar veren ve geleceğini karartan ölçülere riayet etmeme veya gevşek davranmalara tanık oluyoruz. Hatta yıllarca Kur’an’la meşgul olanların ve bu alanda akademik çalışmalarda bulunanların çoğunun hayatında bir etkisinin bulunmadığı görününce, Kur’an’a bir hayat kitabı olarak yaklaşma yerine sadece kültürel faaliyetler için yöneldikleri görülmektedir.
Oysa Kur’an-ı Kerim batmayan güneş gibidir. Ölümsüz, dipdiri ve her zaman canlıdır. Ayeti kerimeler bütün zamanlar boyunca canlılıklarını ve diriliklerini korumaktadır. Ayetler sadece bir kavme hitap etseydi, o kavmin yok olmasıyla ayetlerin de yok olması gerekirdi. Böylece Kur’an’dan eser kalmayacaktı. Oysa ayetler hem hale hitap etmekte hem geleceğe işaret etmekte hem de geçmişten haber vermektedir.
Allah Teâlâ Kur’an’ı belirli bir zaman ve şahıslar için de göndermedi. Hitabı bütün insanlara ve bütün toplumlara yöneliktir. İnsanlığın ilmi gelişmelerinin yakaladığı seviye ne olursa olsun Kur’an, her kavmin ve topluluğun yanında büyüklüğünü ve tazeliğini koruyacaktır.
Kur’an-ı Kerim; ibret almamız ve düştükleri durumlara düşmememiz için geçmiş kavimlerden haber verir:
“Peygamberlere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.” (Hud: 120)
“Gerçekten de onların kıssalarında üstün akıllılar için bir ibret vardır. Bu Kur’ân uydurulmuş herhangi bir söz değildir. Lâkin kendisinden önce gelen kitapların tasdiki her şeyin ayrıntılarıyla açıklayıcısı ve iman edecek bir kavim için hidayet ve rahmettir.” (Yusuf: 111)
Kur’an ile ilgili yanlışlardan biri de, Kur’an’ın konuşmasının engellenmesidir. Müslümanlar, çoğu zaman ihtiyaçları olmadığı zaman Kur’an’a başvurma ihtiyacı duymazlar. Kastettiği manadan çok anladıklarıyla yetinmeye çalışırlar. Çoğu zaman diğerlerinin görüşlerinin etkisinde kalan bir zihinle Kur’an’a başvururlar. Özellikle görüşleri moda haline gelmiş İslami olmayan düşünürlerin görüşlerinden esinlenip, Kur’an’dan da kendilerine uygun bir şeyler çıkarıp, düşüncelerine Kur’an’i bir kılıf bulmaya çalışırlar. Oysa zihinlerini Kur’an’i olmayan düşüncelerden temizlemek zorundadırlar. Kur’an’a açıldıklarında, hiçbir görüşün etkisinde kalmadan, her şeyleriyle teslim olmuş ve ondan beslenmeye hazır bir zihinle yönelmelidirler. Böylece Kur’an, muhatabına açılacak ve konuşmaya başlayacak.
“Ona temizlenenlerden başkası el süremez.” (Vakıa: 79)
Çoğu zaman mana edildiği gibi burada kastedilen sadece zahiri temizlik değildir. Bu aynı zamanda kalp, zihin ve iç temizliğini de kapsamaktadır. Kur’an’la uyuşmayan düşünce ve fikirlerden arınarak ve temizlenerek Kur’an’a yaklaşılırsa en güzel şekilde istifade edilebilecektir.
Doğru olmayan ölçülerle Kur’an’a yaklaşım felakete götürür. Beşeri düşüncelerin etkisinde kalmış, maddi çıkarımlar gözeterek Kur’an’a yaklaşanların bir kısmı mucizeleri inkâra kadar gitmektedir. Böylece Kur’an-ı Kerim’in zikrettiği birçok olağanüstü olayı sıradan olay olarak görmekte ve deneysel ilimlere indirgemeye çalışmaktadırlar.
Kur’an’ın Müslümanların hayatından uzaklaşmasının sebeplerinden birisi de Kur’an-ı anlama şart ve ortamından uzak oluşlarıdır. Böylece Kur’an’ın mesajından istenildiği gibi istifade edilememektedir. Diğer kitaplar gibi bir kitap algısıyla Kur’an’a yaklaşılınca; sıradanlaştırılan bir kitap, hayatı yönlendiren ‘hakikatler bütünü misyonunu’ icra edemez.
Mü’minler; Kur’an’a hakkıyla eğildikleri, tertemiz kalp ve zihinle Kur’an pınarına yöneldikleri zaman güzelliklerin kaynağına açılacaklar. Böylece kirlerden temizleyecek, onurlu ve izzetli bir hayata doğru adım atacaklar.
“Biz Kur’an’dan, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olan ayetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak zararını artırır.” (İsra Suresi /82)
“İşte o kitap, bunda şüphe yok, muttakiler (kötülükten korunacaklar) için hidayettir.” (Bakara Suresi /2)
Kur’an’dan yeterince faydalanmamanın diğer bir sebebi muhatabın kavrayışına haddinden fazla önem vermesidir. Ayetleri anlamada; nüzul sebepleri, indirildikleri şart ve ortamlar, konu hakkında Allah Resulü (sav)’in yaklaşımı ve ulemanın ayetler hakkındaki yorumlarına başvurmadan, sathi bir bakışla, bazen sadece mealini okuyarak Kur’an’ı kâmilen kavradıklarını zannederler. Oysa büyük bir yanılgının içindedirler.
Yönümüzü Kur’an’a döndürüp hayatımızın biricik olgusu olarak dört elle sarılmalıyız. Bütün dertlerimizin devası Kur’an’dır. Hastalıklarımızı iyileştirecek bütün şifaların kaynağıdır. Ona başvurduğumuz ve hayatımızın biricik olgusu tayin ettiğimiz zaman sıkıntılarımızı bir bir çözmeye başlayacağız.
Öyleyse bundan böyle Kur’an; fikir ve düşüncelerimizin, davranış ve hareketlerimizin biricik kaynağını oluşturacak. Ruh, zihin ve beden olarak temizlenmiş bir halde Kur’an’a yönelecek, Allah Teâlâ’nın rahmet hazinelerinden beslenip kemal basamaklarından yükseleceğiz.
“Ki onlar, sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın kendilerini hidayete erdirdiği kimselerdir ve onlar temiz akıl sahipleridir.” (Zümer: 18)
Mukaddes kitabımızı okuma, anlama, yaşama ve yaşatma temennisiyle…
Rana Çeçen | Nisanur Dergisi | 1. Sayı | Aralık 2011
Yorum yap