1746 yılında doğan İspanyol ressam Francisco Goya, 1828 yılına kadar yaşamının ve ülkesinin acılarını eserlerinde yansıttı. Goya’nın yaşamını ve İspanya’da 1700’lü yılların sonlarındaki siyasi, sosyal şartları, engizisyon döneminin izlerini Goya’nın Hayaletleri filminde görmek mümkün.
İspanya’da Müslümanlarla Yahudilerin kendi inançlarına bağlanmasını hedefleyen engizisyon 1483 yılında onaylandı. Bu dönemde Yahudi ve Müslümanlar din değiştirmeye zorlanıyor, din değiştirmeyi kabul etmeyenler ise sürgün ediliyordu. Ancak din değiştirenlerin eski dinlerine dönme eğilimine karşı katı bir kontrol mekanizması oluşturulmuştu. Şüpheliler göz hapsine alınıyor, denetleniyor bir süre sonra ise tutuklanıyordu. Şüphelilerin itirafını sağlamak için engizitörler tarafından üç farklı işkence yöntemi uygulanıyordu. Bu yöntemlerden bir tanesinde şüpheliler, ayaklarına ateşe duyarlı bir madde sürülerek ateşe yaklaştırılıyor ve sorgulama yapılıyordu. Ya da şüpheli su yutmaya zorlanıyor akabinde bir tekneye kapatılarak üzerine baskı uygulanıyordu. İşkence yöntemlerinin en korkuncunda ise, şüpheli kollarının arkadan bağlanmasının ardından ayaklarına ağırlık asılarak makara aracılığıyla havaya kaldırılıyor ve tüm organların gerilmesi sağlanıyordu. Bir süre sonra ise eklemlerin yerinden çıkmasını sağlamak için makara aniden salınıyordu.
Engizisyon mahkemeleri İspanya’da 32 bin kişiyi diri diri yakılma cezasına çarptırdı. Ressam Goya’nın eleştirel bakış açısıyla oluşturduğu engizisyon albümü, dönemin işkencelerini realist ve eleştirel bir üslupla ortaya koymaktadır.
Goya, engizisyon albümünde yer alan‘engizisyon kurbanı’ isimli çiziminde elleri ve ayakları birbirine bağlanmış ve kafasında koni biçimli bir külah taşıyan, üzerine geniş bir panço giydirilerek küçük bir kutunun üzerinde durmaya zorlanmış mahkûmu tasvir etti. Mahkûmlara yönelik işkence, taciz ve tecavüz ile gündeme gelen Ebû Garib hapishanesinden tüm dünyaya sızan fotoğraflardan bir tanesi Goya’nın bu engizisyon kurbanı isimli eserinin neredeyse bire bir taklidi niteliğindeydi. Mahkûm Gillian, üzerinde pançosu, başında yüzünü örten koni biçimli şapkası ve iki eline kablolar bağlanmış halde dar bir kutunun üzerinde durmaya zorlanıyordu. Ebu Garib hapishanesinden dünyaya sızan işkence fotoğrafları incelendiğinde tıpkı Goya’nın engizisyon mahkûmu eserinde olduğu gibi, hapishanede gerçekleştirilen işkencelerin, sanat tarihinde yer alan ve çoğunlukla şiddeti eleştiren birçok görsel sahneyle benzerlik gösterdiği görülecektir.
Esas itibariyle Goya ve Picasso’nun bazı eserleri ve antik döneme ait işkence, kötü muamele ve tutsaklığı tasvir eden görsel eserler yüzyıllar sonra bir hapishanede karşımıza çıktı. İşkencenin devlet onayıyla sistematik bir şekilde gerçekleştirildiği ve işkence yöntemlerinin görevli şahıslar tarafından belirlendiği görülmektedir. Kültürel bellek, güç ve ideolojinin etkisiyle canavara dönüşen işkenceciler engizisyon zulmüne 21. yüzyıl teknikleriyle yeniden hayat verdi. Atalarının ideolojik mirasını benimseyen hastalıklı zihinler, o döneme ait ideolojinin kültürel yorumu olan eserleri, alaycı ve pornografik bir bakış açısıyla canlandırarak yeni engizisyon kurbanları oluşturmuşlardır. Sanatın araçsallığını tartışmaya açan bu olay, esasen sanat aracılığıyla verilmeye çalışılan ideolojik mesajın değil, öğretilen ve desteklenen ideolojinin etkilerini sorgulatmalıdır. Kültürel bellek ve ideoloji bileşiminin zihinler üzerindeki etki ve sonuçlarını göstermek açısından uç bir örnek olsa da söz konusu hadisenin tüm dünyayı olumsuz yönde etkilediği unutulmamalıdır. Kara kalem ve mürekkeple tasvir edilmiş şiddet sahnelerinin şahıslar üzerindeki etkisi, Ebu Garib hadisesiyle ortaya çıkmıştır.
Bugün bilgisayar, televizyon aracılığıyla servis edilen pornografi ve şiddetin etkileri Ebu Garib hadisesi kadar keskin olmasa da, gelecek nesil üzerinden toplumda büyük bir dejenerasyona yol açacağı görülecektir. Servis edilen görsel şiddetin etkilerini, hamile bir kediyi köpeğin ağzına attıktan sonra kendisine bir gazeteci tarafından yöneltilen ‘Üzülmedin mi?’ sorusuna ‘Ben seni öldürsem bile üzülmem!’ cevabını veren çocuklarda görmek mümkündür. Şiddeti normal hayatın bir parçası, öldürmeyi ise kahramanlık olarak ele alan yayınlar, özellikle çocukları olumsuz yönde etkilemekte ve şiddet içeren suç vakalarına zemin hazırlamaktadır.
Şiddet içeren yayınların yanlış ideoloji ve sorunlu yaşam tarzıyla bileşiminin neden olabileceği sonuçları tahlil etmek ve özellikle çocukları bu sarmaldan korumak toplumun önceliği olmalıdır. Tasvir edilen ve tutsaklığın suçun kendisi kadar barbarca olduğuna dair mesaj veren görsel eserlerin dahi ideolojinin etkisiyle dünyayı etkileyen bir suç eylemine dönüşebileceği görülmekteyken dünyada şiddeti ve pornografiyi özendiren yayınlara izin verilmemelidir.
Zeynep Bozdaş | Nisanur Dergisi | Eylül 2019 | 94. Sayı
Yorum yap