KudüsMine Turhan

Kudüs Bizimdir, Biz Kiminiz?

Bismillah…

Kaleme alacağımız hususta bugüne kadar belki çok mürekkep tükendi, nice soluklar kesildi, nazenin yiğitler kanlarını verdi; kandili sönmesin diye nazlı çiçeğimizin. Öyle sanıyorum ki; daha nice mesailer harcansa, gözlerin feri azalsa, bırakın mürekkebi hayatları bu uğurda tükense; hiçbir Müslümanın bıkmayacağı bir husustur; Mescid-i Aksa.

Her insanın doldurması gereken Kudüs isimli boş bir defteri vardır. Evet, her insanın… Zira Kudüs; hakikatin, adaletin ve özgürlüğün sembolüdür. Tüm bu alternatifi olmayan kavramları benimseyen her bir ferdin tertemiz defteridir Kudüs.

Her fert başka kalem kullanır defterini doldururken. Gâh silinebilen bir kurşun kalemdir bu, gâh en kalıcısından dolma kalem. Gâh en güzelinden bir divitle yazar defterini kalem sahibi, gâh yazıldığında hiçbir etkisi olmayan hayalet kalemle. Ama fark etsek de etmesek de her insanın Kudüs defteri dolmaktadır satır satır.

Öyle birkaç sayfalık macera değil, uzun uzun yazılası, yazarken üzerine kafa yorulası, beden rahatından vazgeçilesi bir defter. Akıllı cihazların akıllı klavyelerinde, gündem oldukça yazılan, gündemden düşünce fikirlerden ve zikirlerden de düşen türden değil.

Nedendir bilinmez; Kudüs defterine en belirgin, altı çizili yazılar, her zaman batılı ülkelerin Mescid-i Aksa aleyhinde aldığı absürt kararlar neticesinde yazılmıştır. Örneğin kitleler halinde yürüyüşler yapılmış, ardından basın açıklaması metinleri okunmuş, kimi zaman karşıt devletin ya da kendini devlet zanneden çapulcuların bayrak dedikleri çaput parçası ateşe verilmiştir.

Elbette ki; bu tür organizasyonlar gerekli ve faydalıdır. Yerinde sayıp evinde oturmaktansa, Hz. İbrahim’i yakması için tutuşturulan ateşe, ağzında su taşıyan karıncanın misali; safımızı belli etmek gereklidir.

Ancak ne hikmetse, hali pür melalimiz düşmanı korkutmak yerine mutluluktan saçmalatacak, ekranlar önünde şımarık tavırlarla alay konusu ettirecek türden. Eskiden büyüklerimiz çocuklarına “el âlemi kendine güldürme” diye salık verirdi. Şimdi ise biz ümmet olarak el âlemin eğlence konusu haline geldik. Bundan, bilinçli her ferdin rahatsızlık ve endişe duyduğuna da şüphemiz yok. Peki, çözüm ne? Kudüs’ü konuşuyoruz, anlatıyoruz, haksızlıkları tel’in ediyoruz, yürüyüş yapıyoruz… Fakat eksik olan nedir ki; düşman bize baktıkça palazlanıyor?

Hz. Ömer (RA)’in hilafeti döneminde, Amr b. As Kudüs’ü kuşatıp, şehre giriş çıkışları engelledi. Etrafı yüksek dağlarla çevrili olan Kudüs’ü fethetme konusunda yaşadığı zorluk neticesinde, Hz. Ömer’e bir elçi göndererek, Kudüs’ün Fatihini beklediğini ve bir an evvel yanlarına gelip görüş bildirmesini istedi.

Belirlenen günde, namı Bizans ve İran’a kadar yayılan Müslümanlar, Emirül Mü’minin Hz. Ömer’i karşılamak üzere ordu olarak hazırda bulundu. Hz. Ömer, yalın bir deve ile ordunun karşısında durdu ve kendisini ipekten, süslü elbiseler içinde karşılayan ordunun genel komutanı Ebu Ubeyde b. El-Cerrah’a, yerden aldığı taşı atarak: “Beni bu kılıkla mı karşılıyorsunuz? Sizin iki yıldır karnınız doydu, bu tokluk sizi ne çabuk yoldan çıkardı! Vallahi siz bu işi yapmaya devam ederseniz Allah bu nimeti sizden alıp başkalarına verecektir.” dedi.

Eksik olan ne’ demiştik. Aslında ümmet olarak fazlamız var diyebiliriz. Şöyle ki; konfor, keyif, bağımlılık, zaaf, dünyevileşme, Yahudileşme, Allah’ın hudutlarını çiğneme, unutkanlık, edep-iffet-hayâ yoksunluğu, diyalogsuzluk ve daha nice fazlamız var.

Kimi Müslümanlar, sorunun vahdeti sağlayamamak olduğunu dile getiriyor ve güzel de söylüyor. Bu, tartışma götürmez bir gerçektir. Ancak durumu farklı bir pencereden ele almak gerektiğini düşünüyorum.

Duvar boyutunda televizyonları, evin başköşesine oturtup, içerisindeki yayınlar İslam’a uygun mu değil mi düşünüp tartmadan seyretmek… Ev ahalisinin her birinin eline, cebe sığmayacak boyutta cep telefonları vererek, çoluk çocuk bu araçların kölesi haline gelmek… Siyonist çetenin finansörü gibi bir takım ürünleri (temizlik, yiyecek-içecek, giyim vs.) satın alıp kullanmak ve bunları olmazsa olmazlarımızmış gibi zikretmek… Çocuklarımızın siyonizmin ürünü olan çizgi filmleri izlemelerinde bir beis görmemek ya da çocuğa mani olamadığını ifade etmek… Tüm bunlar Kudüs’ü özgürlüğüne kavuşturma yolundaki engellerimizdir.

Esasen bu büyük bir sorundur ve ancak ümmetin önde gelenlerinin bizzat müdahalesi neticesinde çözüme kavuşabilir. Zira şahsi yapılan küçük çaplı uyarılar dikkate alınmayacağı gibi hane içerisinde hanım beyi, bey hanımını ikaz ettiğinde de çoğu zaman çözümden çok sorunu beraberinde getirebilir.

İşin doğrusu bizler henüz hanelerimizde bir fetih, İslam hâkimiyeti sağlayamadıysak; Kudüs’ün gözleri çok arayacak, kendisine gül suyu gönderen anneleri. Henüz dünyevi maddelere bağımlılıktan kurtulamıyorsak; Kudüs, Selahaddinlerini hasretle yâd edecek uzun zaman. Ya da Rabbi, Kudüs’ü öyle bir zaferle özgürlüğüne kavuşturacak ki; o zaman ihmal edenler ihmal edilecek Allah katında.

Ne diyordu, mahzun fakat gayret dolu kalbiyle Şeyh Ahmed Yasin: Lehimize olmuyorsanız, Allah aşkına bari aleyhimize olmayın!

Gayet iç karartıcı ve bir o kadar da sitem içerikli bu yazıyı sonuna kadar okuduğu için kıymetli okuruma şükranlarımı sunuyorum.

Buyurunuz dualaşalım:

Ey Rabbimiz! Bizlere düşmanımızın kalbine korku salacak heybeti yeniden kazandır. Ümmet-i Muhammed’e, inandığımız Allah’ın şeksiz varlığı hürmetine birlik ve beraberliği nasip et. Öyle ki; her fert bir diğerini mezhebi, dili, ırkı, ten rengi nedir diye sormadan canından öte bilsin.

Rabbimiz! Bizi birlikten ve Kudüs’ün özgürlüğünden uzaklaştıran her şeyden Senin yüce azametinin gölgesine sığınırız. Âmin…

Mine Turhan | Nisanur Dergisi | Nisan 2020 | 101. Sayı

Yorum yap