“Erkeklerden kemale ulaşanlar çoktur. Kadınlardan kemale ulaşanlar ise Firavun’un karısı Asiye, İmran kızı Meryem ve Huveylid kızı Hatice’dir.” (Buhari, Müslim)
Böyle buyurdu Nebi sallallahu aleyhi vesellem. Buyurdu da bir ummana saldı düşüncelerimizi. Zihnimizin izbeliklerinden çekip almaya niyet ve gayret ettiği ne çok toz vardı belli ki. Ve aklımızın cidarlarını zorlamaktan ne çok muradı…
Muahim’in kızı Asiye’nin yaşamında ön plana çıkan bir ‘dik duruş’ var. Başında esen kavak yelleriyle macera peşinde koşan bir asiden öte izzet ve vakar sahibi, kararlı bir kadın modelinin izdüşümleri… Ve kemale ermesine vesile olan en temel tutumu! Öyle ki; yeryüzünün en zalim, en zorba insanlarından birinin karısı iken ve her türlü zulmünden en üst derecede pay alıyorken, iman edenlere Allah tarafından örnek gösterilecek (Tahrim /11) bir tavrı kuşanabilmiş. İstemli, bilinçli, sistemli bir kararlılığı göstermiş. İşte o kemal katığını irdeleyip bulmamız lazım…
İmran’ın kızı Meryem’in yaşamında ön plana çıkan ‘iffet’ başımızı döndürüyor. Bir kadının yürüyüşüne, sesinin tınısına, bakışlarına, teninin rengine, eteklerinin hışırtısına bu kadar mı işler ve bu kadar mı yakışır, edeb ve hayâ? Daha çok yakışan bir kavram ve bu kavramın daha çok yakıştığı bir isim bilen var mı? Henüz çok küçükken (ki kaynaklarda altı yaşında olduğu geçiyor) hizmetine girdiği mabedin -iffet ve edebiyle beraber ilmini ve ibadet aşkını büyüten- o yüksek duvarları, o taş kalpli (sözde) din adamlarının kaskatı yaklaşımları, anne özlemi, yalnızlık duygusu, dışlanmışlık hüznü… Tüm bunların orta yerinde kemale ermesine vesile olan şey neydi? İşte, onu bulmamız lazım…
Huveylid’in kızı Hatice’nin yaşamında ön plana çıkan ‘sadakat’i ister vefa ile analım ister fedakârlık ile. Canı gönülden, samimi, en güzelinden ve en etkili bir tonda okuyacağımız muhakkak! Öyle gayrı ihtiyari ya da mecburi sergilenmiş tavırlar değil bunlar. Sakın ha, böyle bir yanılgı kaplamasın içimizi! İstemli ve sistemli bir adayışın, maddi ve manevi fedakârlığın dizinin dibinde ömür geçiren nadide bir hanımefendiden söz ediyoruz. Muhammed Mustafa aleyhissalatu vesselama yarenlik eden, Onun (davasının) yoluna en olgun/güzel demlerini, tüm servetini, nüfuzunu, imkânlarını feda (seferber) eden Mekke’nin soylu hanımefendisidir O! Ona bu dirayeti veren duygunun kodlarına ihtiyacımız var… Hem de çok. Onu kemalat merdivenlerinin en başına çıkaran tutumu bilmeye ve bir ömür kuşanmaya muhtacız.
“Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin. Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara / 153)
Böyle buyurdu Allah subhanehu ve Teâlâ. Dinin direği olarak addettiği ve emrettiği namazla beraber ancak hemen evvelinde zikretti sabrı! Sabreden erkeklerle, sabreden kadınlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırladığını (Ahzab / 35) da beyan ederek… Akabinde sabredenlerle beraber olduğunun, onları kemal mertebesine çıkardığının altını kalın kalın çizerek.
Şu halde O, kızgın güneşin altında dayanılması güç acılar içinde kıvrandığı halde kocasını ‘ilah’ olarak kabul etmeye dilinin ucuyla dahi tevessül etmezken; şanı yüce olan Allah, Asiye ile beraberdi. Duruşunu taçlandıracak sabrı kuşanmasına karşılık, Rabbinin inayetini şah damarında hisseden Asiye, kime neden baş kaldırdığının ve kimi neden yücelttiğinin pekâlâ farkındaydı. Zaten bu sayede direnebilmişti. Sabır azığının onu ta nerelere kadar sorunsuz bir şekilde götüreceğinin sinyallerini net olarak almış, gözünü firavunun şaşalı saraylarından öteye; ‘cennette bir ev’e dikmişti. Vaadi hak olan bir ilah için, ilahlık iddiasında bulunan bir zalimin zulmüne katlanmayı; zorbalıklarına karşı sabretmeyi bir onur bilmişti.
Aciz değildi Asiye! Aciz olduğunu hiç mi hiç düşünmemişti. Aksine bir acizin boyunduruğundan, bir hakimi mutlağın idaresine iltica etmişti. Ve bu uğurda başına gelenlere sabretmekten tarifsiz bir haz almıştı. Hem öyle olmasa iman edenlere bir örnek olarak gösterilir; kemale eren kadınlar arasında hiç zikredilir miydi? Azmi ve kararlılığı ile sabır timsalidir Hz. Asiye.
Şu halde O, kucağında yeni doğmuş bebeğiyle karıştığı toplumda can evinden vurulurken; en hassas yönüyle iffetiyle imtihan olunurken kendini savunma adına bir iki kelam etmeye tenezzül etmezken; şanı yüce olan Allah, Meryem ile beraberdi. Susmaya sabretmişti Meryem! İffetli bir kadının konuşup kendini paklamaya en çok ihtiyaç duyacağı bir demde hem de…
Neden susmuştu peki?
Konuşmaya mecali yok diye mi? Konuşsa bile kimseleri inandıramayacağını düşündüğü için mi? İki kelimeyi bir araya getirip savunma yapacak yetisi mi yoktu?
Hayır! Bunların hiçbiri değildi onu susturan. Rabbi ona ‘sus’ demişti. “Sen sus, ayetim konuşsun!”
Umutsuz değildi Meryem! Görünürde her şey aleyhine olsa da… Nikâhında bulunduğu bir eşi olmadığı halde, henüz doğurduğu bebeğiyle uluorta yerde tahkir edici bakışların odağı haline gelse de… Sivri diller iffetine uzanıyorken, tüm oklar hedefine namusunu koymuşlarken umutsuzluğun ‘u’su yoktu Meryem’de. Zira biliyordu ki Allah onu temize çıkaracak. İffetini sonsuza dek aklayıp paklayacak. Susuşu, umudundandı Meryem’in! Çaresizliğinden değil… İffeti ve takvası ile sabır timsalidir Hz. Meryem.
Şu halde O, tüm mal varlığını ve nüfuzunu yitirmiş, bir parça kuru ekmeğe muhtaç halde boykot yıllarının yükünü sırtında taşırken ve bundan zerre kadar gocunmazken; şanı yüce olan Allah, Hatice ile beraberdi. Açlığa ve yokluğa sabretmişti Hatice. Öncesinde horlanmaya, hakarete sabrettiği gibi… Amcası oğullarından Muhammed-ül Emin’e gönül vermiş ardından tüm mal varlığını idaresine teslim etmişti. Nikâhı altına girmekten şeref duyduğu zatın –kendisinden 15 yaş küçük olmasına ve üstelik konum olarak aynı seviyede bulunmamasına rağmen- himayesi altına girmekten asla gocunmamıştı. Sevgisini, ilgisini, malını, mülkünü, güzelliğini, makamını gözünü bile kırpmadan feda edeceği bir ‘sevgili’ bilmişti Allah’ın Habibi’ni.
Evet, alnında parlayan nuruyla, güvenilirliğine kimselerin erişemeyeceği hakikatinin verdiği ilhamla ‘Habibullah’ olduğundan adı kadar emin olduğu zata gönül vermiş; karşılığında her şeyini seve seve feda etmişti Mekke’nin soylu hanımefendisi. İtibarının günden güne zedelenmesini önemsemeyişi; Allah’ın peygamberine eş olma vasfına yaptığı kıyasa binaendi. Malının günden güne erimesine göz yumması; Allah’ın indinde olanın çok daha hayırlı olduğuna yakinen inanmasındandı. Güzelliğinin, o bakımlı hallerinin geçmişte kalıyor olmasına içerlemeyişi; nasıl da vefakâr bir eşin yâdında nasıl da güzel bir tad ile yaşıyor/yaşayacak olduğunu bilmesindendi. Neyi ne için feda ettiğinin gayet bilincindeydi Hatice. Yokluğu, açlığı, zorluk ve sıkıntıları kim için ve ne uğruna çektiğinin pekâlâ farkındaydı.
Pişman değildi Hatice! Bir an olsun geriye dönüp de ‘ah’ etmemişti. Yitik olarak görmediği verdiklerini az bile buluyor; daha çok olsaydı da yollarına serseydim diyordu. Engin görüşleri, olgun yaklaşımları, feraseti ve hamasetiyle Resulullah Efendimiz’in en büyük destekçisi oydu. Vahyin o ilk dönemlerinde türlü zorluk ve sıkıntılara göğüs geren Hatice-tül Kübra, zor zamanların sükûn dolu yüreği olarak Resulullah aleyhisalatu vesselamın gönlünde emsalsiz tatlar, yâdında asla silinmeyecek izler bıraktı. Sabrı aşkındandı Hatice’nin. Ezikliğinden değil… Âlicenaplığı ve vefası ile sabır timsalidir Hz. Hatice.
O kemale vesile duyguyu, o asil tutumu, o emsalsiz ve olmazsa olmaz katığı bildiğimize göre artık onu nerede bulacağımız ve nasıl kuşanacağımızdır mühim olan. Sabretmenin erkek için ayrı kadın için apayrı bir yanı vardır. Hiç şüphesiz kadının sabretmesi gereken şeyler ve zamanlar farklıdır. Daha özel ve daha kapsamlıdır. Hane-i sabır! Bildiniz mi bu bahsi? Sabır hane, bir diğer deyişle… Hatta hapis hane…
Yani ev! En çok kadının mekânıdır ev. En çok kadına lazımdır. Şu halde evinin içinde olanlara, yaşananlara, olmayanlara ve yaşanmayanlara sabretmesi hususunu nasıl okumalı? Nasıl anlamalı? Nasıl anlatmalı?
Evinin içine hapsetmesi gerekenleri bilmesi ve evinin kemalata uzanan merdivenlerini keşfetmesi, her kadının öncelikli görevi değil midir? Ya da en özel hazinesi?
Bugün evinin içinde olan biteni, hiç çekinmeden konu komşuya anlatan… Evinin başköşesinde geçirdiği güzel demleri hiç sıkılmadan deşifre eden… Eşiyle, çocuğuyla çekindiği en özel kareleri anında sosyal medyaya yansıtan… Acı tatlı olaylara ve yaşanmışlıklara bir an bile sabredemeyip evine hapsedemeyen kadının, öncü ve örnek olması mümkün olabilir mi? Bırakın öncülüğü, sorun ve sıkıntılar karşısında çözüm üretebilir mi? Çocuklarına iyi bir mürebbi olabilir mi? Peki ya eşine gözaydınlığı bir yoldaş? Kadim bir dost? Ehil bir yaren? İyi bir destekçi? Sevgili? Sırdaş?
Böyle bir kadın sevgiyi hakkıyla kuşanabilir mi sizce? Şefkati? Fedakârlığı? Sadakati?
Peki ya, azim ve kararlılıkla hayat yolunda ilerlemesi mümkün müdür? Ayakları üzerinde durması? Psikolojik sorunları, duygusal gelgitleri atlatması? Çevresiyle uyumlu olması? İnsani ilişkilerinin düzeyli ve sağlıklı olması?
Uzar gider sorular! Bırakalım hayatımızda/ her olayda hep son sözü şanı yüce Rabbimiz söylesin:
“Sabrettiğiniz için size selam olsun. Ahiret yurdu ne güzeldir!” (Ra’d / 24)
Elif Yüksek | Nisanur Dergisi | 77. Sayı | Nisan 2018
Yorum yap