Sizden Gelenler

İntizam-ı Mahlûkat | Arzu Kara

Hiç şüphesiz ki Bâri olan Allah, her şeyi bir ölçü, uyum ve güzellikler içinde halk etmiştir:

“Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, onu belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan /2) Bütün mevcudatın yegâne ve mutlak sahibi olan el-Melik tekvin ettiği, sonsuzluk sırrından pay almış varlıkların her bir zümresine bir ilim dalı teşekkül etmiştir. Evet, ebede namzet evrendeki milyarlarca galaksiler, gezegenler, bitkiler, hayvanlar ve mütefekkir âlem-i beşeriyet… Evet, bu âlemdeki varlıkların hepsi kendi yörüngesi dâhilinde yaşam döngülerini idame ettirirler ve aynı zamanda çevreleriyle olan muvazeneli uyumu ise Rahman’ın varlık manzumesindeki hiç bir şeyin âmî ve sıradan olmadığı kanaatine götürmez mi bizleri?

“Ey, şu arsa-i âlemde faikıyet kılıfına bürünen insan! Ey akılları gözlerinde olan maneviyatı göremeyen kemter ruhlu insan! Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir tefavüt göremezsin.” “Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (hiçbir nizamsızlık ve bozukluk tespit edemeden) âciz ve bitkin bir hâlde sana dönecektir.” (Mülk / 3-4)

Her şeyi her şey ile münasebetine layık bir tarzda güzel yaratan Halıķ-ı Zülcelâl’e hamd olsun. Evet, akıllara durgunluk veren bu muvazenata şöyle bir tefekkürle baktık mı? Şu evrende nisbetsizlik görebiliyor muyuz? Güneşin, Ay’ın ve Dünya’nın her birinin diğerinin yörüngesine girme tenezzülünde bulunmayıp kendi varlığını ilahi bir tanzim içinde devam ettirmesini… Peki ya aklımızın idrak dairesinin dışına intikal edemediği göremediğimiz, varlığını henüz algılayamadığımız milyarca galaksiler, yıldızlar, onlar da muazzam bir ahenkle varlığını kusursuz bir devinim halinde sürdürmüyorlar mı? Güneş, tükenmez hazinesi olan ısı ve ışık kaynağı ile atmosferin ince hesaplanmış mucizane süzgecinden sıyrılıp bütün yararlarıyla cemiyeti kâinatın emri altına girmiyor mu?

Evet, peki ya gece ile gündüzün aşikâre bir hesap ve sadıkiyyet ile birbirlerini takip etmesi. Hakeza mevsimlerin de kendi sathında seyretmesi ve bu yolculuklarında hiç şaşmaması. İşte bu düzen bizleri kusursuz yaratan, arz ve semavatın tek sanatkârı olan Allah’ın varlık belgelerinden değil de nedir?

Düşünün bir an güneş, ay ve gezegenlerin kendi medarından saptıklarını şu sonsuz varlık âleminde zerreler adına bir şey kalır mıydı? Ya kahhar! Gazabından rahmetine sığınırız… Yek olan o nakkaş ki; kudret kalemiyle her şeyi eksiksiz ve kusursuz çizmiştir. Evet, samimi bir çift göz ve tefekkür eden bir kalp ile baktığımızda sayısız nimetlerinden kâinatın hayat kaynağı Rahman’ın ebedi hazinesinden bütün mahlûkatın lütuflandırıldığı ab-ı hayatı ayet bizlere şöyle açıklıyor:

“O, gökten sizin için su indirendir. İçilecek su ondandır. Hayvanlarınızı otlattığınız bitkiler de onunla meydana gelir.” (Nahl /10) Azamet ve ikramın ashabı olan Sânî Rabbimiz, bu yanıcı ve yakıcı iki madde-i hayatiyeyi ilahî kudretiyle birleştirip mevcudata adeta hayat veriyor… Elhamdülillah! 

Bir düşünelim: Biri hidrojen bir diğeri ise oksijen bu iki maddenin serbest bırakıldığını…

Bu muazzam ekolojik dengede hayata dair bir iz kalır mıydı? Gök ile yerin bağlantı kaynağı olan yağmurlar, yeryüzünün değişik bölgelerinde farklı misillerde düşer fakat bu yağışlar israfa yer verilmeyecek bir rakamla genel olarak aynı yıllarla sabit kalır.  

Peki ya rahmet damlaları muvazenesiz bir yerçekimi kuvvetinin tesirinde kalsalardı? Yeryüzüne inene kadar dehşet verici bir hareket kazanıp, başımıza taş gibi yağan bir felaketler silsilesi olmaz mıydı? Oysa Allah’ın rahmet hazinesinden olan yağmur yeryüzüne teşrif ederken; şiddetle değil de rahmetiyle başımızı okşaması, bütün mahlûkatın imdadına yetişmesi, en nazenin çiçekleri bile incitmeden onları rahmetiyle kuşatması… İşte, tüm bunların ince bir hesabın eseri olduğunu yalnızca gerçek akıl sahipleri kavrar.

Peki, hiç yağmasaydı? Yeryüzü susuzluktan kavrulup sonsuzluk dehlizinde kaybolup gitmez miydi? İşte kâinatın yegâne yaratıcısı olan Allah (CC); “O gökten belli bir ölçüye göre yağmur indirendir.” (Zuhruf /11) buyuruyor. Evet, belli bir ölçüde toprağa düşen bu rahmet damlaları ile hüküm ve hikmet sahibi olan Rahman, tabiatı bizler için teşbihte hata olmasın bir cennet misali yapıyor adeta. Peki ya biz beşerlerin ham maddesi olan, kendisinden daimi olarak yararlandığımız, yeryüzü servetlerinin ambarı, canlı ve cansız varlıkların barınağı şairin de şiirinde bahsettiği sadık dostumuz olan toprak? İklim ile belli bir düzen içinde bulunan yeryüzü hazinesi olan o kapkara toprak sinesine düşen katı tohumların içinden; biz insan vücudunun gereksinim duyduğu mineral ve vitaminleri içeren çeşit çeşit meyveler, sebzeleri bizlere ikram ediyor elhamdülillah. Tabiatın bu kuvertüründe namunetahi olan renk renk hoş kokulu çiçekler, gözümüzün alabildiğince muazzam güzellikteki ağaçlar ve daha adını dahi duymadığımız çeşit çeşit bitkiler…

“Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır.” (Casiye /3) ayeti kerimesinden, bizi yaratılmışların en üstünü vasfına büründüren aklımızın, bu emsalsiz mizanı muhakeme edip öğüt alması gerekmiyor mu? 

Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri belli bir mutabakat içinde yaratan ve bunları belli bir mizan ile düzene koyan Rahman’a hamdolsun…

Arzu Kara | Şanlıurfa | Nisanur Dergisi | Nisan 2022 | 125. Sayı

Yorum yap