Aynur SülünYazarlar

İnsan varlığının dayanakları

Bismihi Teâlâ.

[ap_dropcaps style=”ap-square”]İ[/ap_dropcaps]nsan evladı, Rabbini tanır bir şekilde dünyaya gelir. Çünkü öncesinde kendisini yaradan Rabbi ile ruhlar âleminde bir sözleşme yapmıştır. Yalnızca O’nu rab olarak tanıyacağına ve O’nun buyruklarına uyacağına dair… Tabi bu sözleşmenin gereğini yapacak bir kabiliyetle de donatılmıştır. Hiçbir insan Rabbini tanımaksızın, O’nunla sözleşme yapmış olmaksızın dünyaya adım atmaz. Fakat bu bilgi şuuraltına bulunduğu için hatırlamaz. Ancak bütün benliği, o verdiği sözü yerine getirmesi için kendisine ilham eder.

İnsanın şuuraltı bilgileri, açık şuurundaki bilgilerine oranla çok daha fazladır. Ancak şuuraltı bilgilerinin ortaya çıkması için uygun bir zemin ve o bilgileri işleme imkânı gereklidir.

Şuuraltı bilgileri, tıpkı toprağın altında ağaç olma özeliği taşıyan tohum gibidir. Henüz ağaç değildir, fakat ağaç olup meyve verme aşamalarının tümünü içerisinde barındırır. O tohumun büyümesi, doğal seyrinin gerçekleşmesi için ışığa, suya ihtiyacı vardır. Eğer ışık ve su verilmez ise tohum toprak altında saklı kalır. Bir türlü gün yüzüne çıkamaz. İşte insanın yapısında bulunan, onun şahsiyetine ekilmiş olan bilgilerin ortaya çıkması, insana yön vermesi için de uygun bir zemine, şartlara ihtiyaç vardır. Çünkü kendisine insanca yaşayabilmesi, Allah’a kul olabilmesi için tüm bilgiler kodlanmıştır. Ona lazım olacak ışık ve su ise; İslami ilim, yönlendirme, tefekkür ve ibadetlerdir.

Eğer kişi suyundan ve ışığından mahrum kalırsa; şahsiyetine tohum misali atılmış olan özellikler ortaya çıkmaz, şuuraltında gizli kalır. Ona yön vermez. İslam, insanın varlığındaki özelliklerin doğal seyrini sağlayan ve gelişimi için yardımcı olan bir nizamın adıdır. Tüm şartları insanın ölünceye kadar kendi tabiatındaki özellikler üzere bir hayat sürmesine yardımcı olmak için hazırlar.

İslam’ın ortaya koyduğu ibadi, ahlaki, siyasi, kültürel, ekonomik düzenlerin tamamı, insan varlığında o tohum halinde bulunan özelliklerin ağaç olma seyrini sağlamak içindir. İslam’ın dışındaki hiçbir nizam, insanın bu doğal gelişimine katkıda bulunamamış, tamamen bünyeye yabancı kalmış ve tahrip etmiştir. Çünkü diğer nizamlar, insana parçacı yaklaşmış ve ondaki bütünü görememiştir. Göremediği için de insanın şahsiyetinde arızalara kaynaklık etmiştir.

İnsanda, şahsiyetini oluşturacak olan özellikler kimi zaman tohumun toprakta çürümeye bırakılması gibi engelleniyor. Kimi zaman da kişinin şahsiyeti filizlenmeye durduğunda paslı tenekeyi üzerine kapatır gibi kalıpçı anlayışlar, hayatlar dayatılıyor. Kendisindeki özellikleri tam olarak gösteremiyor. Kendi kalamayınca özgürlüğü elinden alınmış oluyor. Dallanıp budaklanması gerekirken her bir dalı tenekenin altında yamuluyor. Etraftaki ışıktan ve sudan yeterince nasiplenemiyor.

İşte insana fıtrat düşmanları tarafından dayatılan hayatlar da, önce ondan Allah’a kul olma özgürlüğünü çalıyor. Güneş misali olan hakikate karşı köreltiyor. Fıtrat düşmanları, insanın nefsine hitap ediyor, onun güçlenmesi için sürekli yeni tedbirler geliştiriyor. İnsana, hayatı yalnızca o paslı teneke misali değersiz dünya hayatından ibaretmiş gibi algılatıyor. İçindeki insani sırların ortaya çıkmaması için etrafını çepeçevre kuşatıyor ve karanlıklarda bırakıyor. İnsani özellikleri ışıktan, sudan beslenerek ortaya çıkması gereken insan; merhametini, adaletini, kulluğunu, fedakârlığını kaybediyor. Bencil ve menfaat üzere bir hayata mahkûm oluyor. Aslında böyle bir hayatın kodları onun bünyesinde yoktu. Sadece balçıktan yaratıldığı için meyli vardı, seçmesi için de iradesi. Çünkü “ahsen-i takvim, eşrefi mahlûk” üzere yaratılmıştı. Kemalin yolcusu olarak seçilmişti…

İşte İslam, insanın kendi şahsi gelişimini sağlamak, aslında onu kendi kılıp özgürleştirmek için gönderilmiş bir dindir. Bu dini yüce Allah, peygamberleri aracılığı ile göndermiştir ki; insanları kendi fıtratlarına döndürsün. Böylece kişinin şahsiyet gelişimi tamamlanmış olsun. Günümüzde birçok yalancı ve aldatıcı hayat nizamları, yaşam şekillerinin dayatılan, fıtri özelliklerinden uzaklaşan insanları yeniden kendilerine, yani fıtratlarına döndürmeye çalışmak, Peygamberlerden sonra biz müminlerin vazifesidir.

İnsan, bünyesinde üstün hasletler taşıdığı gibi, kötülüğe, fani olana meyleden bir nefis de taşır. Fakat nefsin insan üzerinde tahakkümü yoktur. Nefsin yönlendirmelerine karşı verilmiş olan vicdan ve akletme kabiliyeti, her zaman insan için bir denge rolü oynar. Akıl ve kalp, o Kur’an’ın yüce ışığından beslenmişse nefsin vesveselerine karşı en iyi yol göstericidir. Bazı filozoflar, vicdanın insan bünyesinde ikinci bir peygamber olduğunu söylerler. Peygamberlerin getirdiği buyruklarla vicdanın emrettiği buyrukların uygunluğunu… Onun için inkâr eden insanın dahi ilahi emirleri mutlaka tanıdığını…

“Nefse ve onu şekillendirene, sonra da ona iyiyi ve kötüyü ilham edene andolsun ki…” (Şems / 7-8)

Tabiattaki varlıkların içerisinde kendi benliğinden uzaklaşabilen tek varlık insandır. İnsan dışındaki tüm varlıklar, doğumundan ölümüne kadar tabiatlarındaki özellikleri üzerine kalırlar. Tabi insanlar, onlar üzerlerinde bir uygulama yapmayıp, genleriyle oynamadığı sürece… Fakat insan kendi benliğinden uzaklaşabilen tek varlıktır. Bunca bencillikler, cinayetler, zulümler, talanlar, tecavüzler, soykırımlar da bunu ispat ediyor. Bozulan, kendisine yabancılaşan insan, güç ve kudret sahibi olduğunda ise yeryüzünü ifsad ediyor. Ekini ve nesli katlediyor. Fitne ve fesadın kaynağı oluyor.

“Onların ellerine güç geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli ifsad etmeye çaba harcarlar.” (Bakara / 205)

Hâlbuki kendisine en üstün makam verilmiş; yeryüzünde huzurla, adaletle yaşayabilmesi için kabiliyetlerle donatılmıştı. O, bu kabiliyetlerini ifsad için kullanmıştı. Onun içindir ki; insana Allah’la yaptığı anlaşma da, kendisine gönderilen peygamberler sorulacaktır. Işıklar uzatılırken neden karanlığı seçti diye.

“Ayetlerimizi anmaktan yüz çevirenlere sıkıntılı bir hayat vardır.” (Taha / 124)

Bu dünyada her ne kadar nimetler içinde olsa da kendi tabiatı Allah’ı isterken, O’na kul olmayan, tabiatına aykırı işler yapanlar, bu dünyada her türlü zevkin ve sefanın içinde dahi azaptadır. Diğer tarafta da insan olma makamından uzaklaştığı, kendine yazık ettiği, bozulduğu, çirkinleştiği için… Allah’a kul olma özgürlüğünü elinin tersiyle itip birçok puta köle olduğu için… İnsan olma şahsiyetinden, köle olma derecesine düştüğü için azap görecektir.

Aynur Sülün | Nisanur Dergisi | 79. Sayı | Haziran 2018

Yorum yap