Bir ışık vardı göz kamaştırıcı
Ama göremeyecek kadar kör idi göz azası…
Bir seda vardı naif dokulu
Ama duymayacak kadar sağır idi kulak azası…
Bir his vardı tadı doyumsuz
Ama hissedemeyecek kadar ölüydü kalp azası…
Bir gidiş vardı sonsuz huzurlu
Ama varamayacak kadar bezgindi beden azası…
Bir karar vardı en doğrusu
Ama ayırt edemeyecek kadar doluydu akıl…
İnceden dalmış dolanmıştı zincirleriyle fenaya
Kör bir kuyuda kalmıştı bahtsız haliyle
Bataklığa saplanmıştı tüm benliğiyle
Fark edemeyecek kadar zavallıydı
Gittikçe hiçliğe sürükler iken kendi kendini
Tanımadığı bir ben vardı içinde, kendine düşman
Zulümata taşırken keyif sürerdi çaktırmadan
Mahvetmek bu kadar zevk veremezdi
Ahmak olan nefisten gayrısına…
Ölüm!
Hiç de yakın değildi,
Hep başkasına uğrardı oysa
Onu iltimas geçerdi hep
Ve ışıltılı gözlerinin kırışık kenarlarında
İzler oluşurdu
Ömür gayri ihtiyari tükenirken…
Ne garip idi, şu dünya seyri
Her âdem bin âlem taşırdı omzunda
Herkes kendi hayatının başrolünde
İstediği telden çalarken
Ağustos böceği misali
İstikbaline pervasızca…
Sevgili ölüm meleği!
Sen tanımadın mı?
Allah’ın haleflerini…
Hani ali hayatlarının ani karar vericileriydiler
Cüz-i miktar iradeleriyle…
Hep doğru hep bildik,
Parlak zekâlarıyla
Enlerin en güzeline layıktılar,
Uygun gördükleri zaman ve mekânda,
Söz sahibi olmak için, en büyük sözler çiğnenirken,
Daha güçlüsü tahtından indirirdi öbürünü,
Sefa sürmek zamanı kendisine gelmişti…
Kim tutabilirdi ki İnsanoğlunu?
Belki de cennetin dışındaydı asıl cennet?
Bunu denemek gerekti, öğrenmek için
Çünkü daha fazlası için cesur olmalıydı asi ruhlar,
Belki de şeytan değildi kandıran?
Elbette her şeyi en iyi bilen insan!
Bunu tahmin etmiştir…
Geleceği onun elindeydi,
İblis kim ki, değişim oluştursun?
Ancak kendi inşa edebilir ya da yıkabilirdi…
En derin bilgisiyle…
Çağlar kapatır değiştirir,
Yeni çağlar açardı…
Kelamlardan hayır!
En kat-i cevap idi…
Ve onu hep kullanacaktı
Şimdi tutabilene aşkolsun…
İkiye ayrıldılar;
Kabul ve reddedenler,
Çizgisini çizenler,
Çizilmiş çizgiden yürüyenler,
Ödüllenecekler cezalanacaklar,
Kaybederken kaybolanlar,
Ararken bulanlar ve bulunanlar,
Tanıdıklar ve yabancılar,
Dostu bilenler ve celladına âşıklar
Aynı çölde avare ile âlim
Birlikte gezer iken,
Son düzlüğe gelirken,
Manidar son bakışlarda
Hakk ve batıl tartışırken,
Ayrılık belirlendi terazi tartar iken
Ve başlarken yeni sonsuz hayat,
Herkes kendi belirlediği lügatiyle
Merhaba der ya da selam…
Taşınırdı öyküler
Bilinmez diyarların arkasındaki sırra vakıf olunurken,
Tüm kavgalar biter sükût baş gösterirken
İzleyen izlettirirken ömür serüvenini,
Kalpler de ikiye ayrıldı,
Pişmanlık ile kavrulanlar ve sevince gark olanlar,
Hamd etmenin en anlamlı gününe şahitlik ediyorlardı…
Şimdi!
Artık yarın yoktu,
Saat, gün, hafta, ay, yıl
Hiçbiri yok!
Arkası, ardı, zaman falan filan hepsi nerde?
Sormak gereken; her şeyi bilen biri olmalı!
Ama nerde?
Evet, işte kabul etmişti; Bir Olan’ın mevcudatını
Bir’i vardı ve herkesi kalın çizgilerle ikiye ayırmıştı
Hiç kimse yoktu,
Sadece Bir’i vardı…
Herkes kaçmış ayrılmıştı,
Sadece Bir’i kalmıştı…
Bir tek O!
İmdat!
Kime denilebilir ki?
Bir tek O!
Şükran Eslem Dağ | Nisanur Dergisi | Mayıs 2020 | 102. Sayı
Yorum yap