Hacer Sara ArslanManşetYazarlar

İmanı tazelemek gerek

İnsanoğlu, üstün özelliklere sahip bir varlık olduğu kadar, garip bir varlık da aynı zamanda… Bazen karmaşık, bazen değişken, bazen tutarsız, bazen kararsız…

“İnsan başıboş yaratıldığını mı sanıyor?” (Kıyamet /36)  Halık’ımız bizi tanıdığı ve başıboş bırakıldığımız halde ne denli kötülükler yapabileceğimizi bildiği için sürekli uyarıyor, uyandırıyor ve hakikate, güzele, cennete davet ediyor… Bunu gerek gönderdiği elçilerle, gerekse kitaplarla gerçekleştiriyor.

Öyle ya, elimizden tutulmadığı halde çok rahat dünyevi çukurlara düşüldüğünü hepimiz görmekteyiz. Bunu kendi yaşamımızda düşünmek mümkün… Bir kaç günlük gafletin, maneviyatımızda ne gibi yaralar açtığına ve önlemi alınmaz ise daha kötü bir seyirde devam ettiğine şahit olmuşuzdur…

Oysa bağrımızda hissettiğimiz ve sevgi, ilgi, tefekkür, amel noktasında birinci sıraya aldığımız imanımızın kıymetini bilmede çoğu kez gevşek davranıyoruz. Zamanımızın en belirgin hastalığı bu olsa gerek. İmanımızın farkında olmamak…

“İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden kâinata meydan okuyabilir” diyen Üstad Bediüzzaman, imanımızın ne denli büyük bir hazine olduğunu vurgularken aslında bizleri farkındalığa da davet ediyor. Evet, iman sahibiyiz, Rabbimize kayıtsız – şartsız iman ediyoruz. Canımız pahasına, kınayıcının kınaması pahasına, şu koca dünyada yapayalnız kalma pahasına iman ediyor ve kâinata meydan okuyoruz… Bunu sürekli kalbimize söyletseydik eğer, İslam ümmeti bu günkü gibi olmayacaktı, desek abartı olmaz.

Farkında olunmayan ve kıymeti bilinmeyen her nimetin, bozulmaya ve hatta kaybolmaya başlaması an meselesidir. İman; kul ile Rabbi arasındaki güven bağıdır. Aslında iman ‘güvenmek’ demektir. Güveni zedelenen bir ilişki çok zayıf ilerler ve kulun Allah’a olan güveni azaldıkça şirke meyli başlar. Çünkü yaşamının her döneminde kendine güveneceği bir liman arayacaktır. Allah’tan başka kusursuz, eksiksiz bir sığınak bulamayacağı için, her sarıldığını dost zannedip hüsrana uğrayacaktır…

“Andolsun ki insanlar hüsran içindendir. Ancak Allah’a inanan, salih amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler başka…” (Asr Suresi)

Bu ve daha birçok sebepten dolayı iman eşsiz bir nimettir… Farkında olmak ve onu diri tutmak çok önemlidir. Bunun içindir ki; Rabbimiz çok ilginç bir hitap ve talepte bulunuyor ve şu muazzam kelamı bizlere sunuyor:

“Ey İman edenler! İman edin! Allah’a, Resulü’ne, Resulü’ne indirdiği kitaba… Kim Allah’ı, meleklerini, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.” (Nisa /136)

“Burada iman eden kimselere ‘iman ediniz!’ denmektedir. Bu ilk bakışta bazı kimselere tuhaf gelebilir. Fakat aslında iman kelimesi burada iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi, bir insanın küfürden vazgeçip iman etmesi ve ehli imandan sayılması anlamındadır. İkincisi bir insanın tüm kalbiyle iman etmesi ve ciddi bir şekilde ihlâsla düşüncelerini, zevklerini, sevgilerini, hayat tarzını, dostluk ve düşmanlıklarını, ilişkilerini inancına uygun bir biçime sokması, buna uygun arkadaşlıklar kurması, düşmanlıklarını ona göre ayarlaması ve tüm çabalarını inancına uygun bir yapıya sokması anlamındadır.” (Mevdudi-Tefhimül Kur’an)

En büyük terbiyecimiz olan Rabbimiz, zerre kadar gafletin içimize sirayet etmesine izin vermeyerek, adeta ciddiyetimizi ve farkındalığımızı sorguluyor ve hatırlatıyor: “Ey iman edenler iman edin!”

Rabbimiz imanımızın ölçüsünü ayetin devamında belirtirken, imanımızı büyük bir ciddiyetle ömür boyu taşımamız ve buna göre hayatımızı şekillendirmemizi istiyor. Evet, bazen imanımıza bir takım zararlar gelebilir. Birkaç şüphe tohumu bizleri karmakarışık bir hale getirebilir. Dünyanın, olanca gayretini sarf ederek önümüze sunduğu cezb edici güzellikleri, aklımızı başımızdan alıp ahireti unutturabilir. Ya da bunların hiç biri olmazken, ilk günkü heyecanımızı yitirmiş olabiliriz… İmanımız eskimiş olabilir.

“Birinizin elbisesi eskidiği gibi imanı da eskir. Öyleyse Allah’tan kalbinizdeki imanı tazelemesini dileyiniz.” (Taberani) buyurur Allah Resulü (SAV).

Reçeteyi dua etmek olarak sunan Efendimiz, başka bir hadiste de “İmanınızı ‘Lâilahe illallah’ ile yenileyin”(Mûsned, 3:350) diyerek bu hakikati ortaya koyuyor.

Bunu “tefekkürlü vird” ile yapmanın dışında bir de hayatı, ağyarı, zamanı ortaya koyarak ve imanın gerekliklerini, tabi sonrasında isteyeceği bedelleri bir bir yaşayarak uygulayabiliriz…

Şu bir gerçektir ki; tembellik imanı eskiten en önemli etkendir. Mü’min asla tembel olmamalıdır. Zamanını, istidatını, gücünü, sözünü ve eylemlerini, iman ettiği Allah yolunda kolayca sarf edebilmelidir. Bunu, evinde oturup monoton bir hayat sürerek yapması imkânsızıdır. O halde imanımızı yenilemek, heyecanımızı ve azmimizi her daim diri tutmak için çalışmalı, çalışmalı ve çalışmalıyız…

Allah’ım imanımızı saf ve dipdiri tut! (Âmin)

Hacer Sara Arslan | Nisanur Dergisi | 83. Sayı | Ekim 2018

Yorum yap