Bismillahirrahmanirrahim.
İlk insanın yaratılışıyla başladı, İblis ile insan arasındaki mücadele. İblis, bu mücadele için Rabbinden tekrar diriliş gününe kadar mühlet istemişti. Kendisine istenilen süre verilince de yemin etmişti Rahman’a; Senin dosdoğru yolunun üzerinde oturup kullarının sağlarından sollarından, önlerinden arkalarından yaklaşacağım ve onları Senin yolundan uzaklaştıracağım ve onlardan birçoğunu şükredenlerden bulmayacaksın, diye. Rahman’ın ona cevabı; kovulmuş ve yerilmiş olarak oradan çık. Kim sana uyarsa hepinizi topluca cehenneme atacağım, olmuştu. (A’raf / 14-18)
İşte o gün bugündür, amansız bir savaştır devam eden. Gün geldi şeytan umduğuna nail oldu, köşesine yaslanıp keyfini çıkardı zaferinin. Gün geldi Rahman’ın has kullarına karşı mağlup oldu. Bu mağlubiyetlerde öfkeden çıldırır seviyeye gelse de asla pes etmedi, amacına ulaşmak için her yolu denemeye devam etti. Bu mücahedede yalnız değildi. En büyük destekçisi ve yardımcısı, insanın kendi nefsiydi.
İnsan ikiye karşı bir konumundaydı. Ancak onu Yaratan, yalnız ve başıboş bırakır mıydı? Korunmak isteyen kullarına, elçileri ve vahyiyle destek oldu. Kullarına, düşmanları ile nasıl mücadele ve mücahede edeceklerinin yollarını öğretti. Bu yolların ve yöntemlerin neler olduğunu iyice belleyip uygularsa kul, şeytana karşı da onun destekçisi olan kendi nefsine karşı da daima zafer kazanır.
O vakit nasıl mücadele edilmeli düşmanlarla?
Düşmanla en iyi mücadele; düşmanı tanımakla başlar. Tanınmayan, özellikleri, yöntemleri bilinmeyen bir düşmana karşı zafer elde etmek neredeyse imkânsızdır. Onun için ilk şart bilmektir, tanımaktır. Şeytan, Kur’an’ın ifadesiyle; Cin taifesinden olan, Rahman’ın Âdem’e secde edin emrine kendini büyük görmesinden dolayı uymayan, buna tevbe etmemekle beraber suçu Âdem’de gören, hatasını başkasına yüklemekten dolayı ondan intikam almak niyetiyle Rahmandan mühlet isteyen, aldatıcı, ruhani varlıktır. Yüce Allah (CC) ilk insanlar olan Hz. Âdem ve eşini cennete yerleştirirken yaptığı “Şeytan, sizin apaçık düşmanınızdır. Sakın sizi saptırmasın.” uyarısını kıyamete kadar gelecek olan tüm kullarına karşı da yapmıştır.
“(Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki şeytanın onlara söz vermesi aldatmacadan başka bir şey değildir.” (Nisa/120) Bu boş ümitlere karşı kul, yine Rabbinin, “Eğer şeytandan kötü bir düşünce seni dürtüklerse hemen Allah’a sığın! Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. Takva sahipleri, içlerine şeytandan gelen bir saptırıcı fikir doğduğunda O’nu düşünüp hemen gerçeği görürler.” (A’raf/ 200-201) uyarısına kulak vererek kurtulabilir.
Helaller bellidir, haramlar bellidir. Onun için kişiye helallerin çiğnenmesi hali vesvese verildiğinde, bunun şeytandan olduğu bilincinde olmalıdır. Yaratıcı, kendisine sığınanları koruyup muhafaza edecektir. Şeytanın, Allah’ın has kulları üzerinde bir etkisinin olmadığını Yüce Allah şu ayeti kerimeler ile bildirmiştir: “Gerçek şu ki o şeytanın, iman etmiş olanlar ve Rablerine dayanıp güvenenler üzerinde bir hâkimiyeti olamaz. Şeytanın hâkimiyeti ancak onu kendilerine velî edinenler ve onun yüzünden müşrik olanlar üzerinde geçerlidir.” (Nahl/ 99-100)
İşte şeytan insanı yalanla, ümitsizlikle, gafletle bazen de hak kisvesine bürünerek aldatmaya çalışır. Hakkı inkâr ettirip, hayatın bu dünyadan ibaret olduğunu fısıldar. Hayat bu dünyadan ibaret ise buranın imarı için çalışılmalı, amaca ulaşmak için ne gerekiyorsa yapılmalı düşüncesine kaptırır. Bu aşamadan sonra artık insanın nefsi devreye girer.
Nefis; Kur’an-ı Kerim’deki ifadelere baktığımızda kişinin kendisi için kullanılan bir kavram olmakla beraber çoğu zaman insanın kötü huylarının, süfli arzularının kaynağı olan şey demektir. Onun için de insana düşen; “Nefsini tertemiz yapıp arındıran felah bulmuş, kurtulmuştur. Onu kirletip örten kişi ise ziyana uğramıştır.” (Şems / 9-10) ayeti gereğince nefsin ıslahı için çalışmaktır. “Nefs olanca şiddetiyle kötülüğü emreder.” (Yusuf/53) Durum bu olunca nefsi kontrol altına almak, insanın şeytana karşı verdiği savaşı kazanmasının en garantili yoludur.
Rasulullah (SAV)’ın: “Vallahi ben, vefatımdan sonra Allah’a şirk koşmanızdan korkmuyorum fakat nefislerinize uymanızdan korkuyorum.” (Buhari) hadisi, nefis ile mücahedenin önemini anlatmaktadır. Bu cihad-ı ekberdir. Rasulullah (SAV) ve ashabının bir gaza dönüşünde Rasulullah (SAV)’ın: “Şimdi küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz” uyarısı, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Nefis rahatlığa, tembelliğe düşkündür. Sıkıntıya, zora gelmek istemez. Boyunduruk altına girmek istemez.
İnsanın kötü yanını ifade eden nefis, ıslah edilebilir durumdadır da. Nefis insanın kendisini de temsil ettiğine göre onu öldürmek çare değildir. Onun dizginlerini ele almak; terbiye, tezkiye etmek gerekir. Kalpten kötü düşünceleri tasfiye ettikten sonra nefsin tezkiyesi ile uğraşmak gerekir. Çünkü sadece bu dünya için yaratılmamış olan insanın döneceği asıl bir yurdu vardır. Ya cennettir akıbet ya da cehennem…
“Cehennem nefsin istekleri ile cennet de nefsin hoşlanmadıklarıyla çevrilmiştir.” (Buhari) Bunun bilinci ile nefsin bu kötü, insanı bedbahtlığa sevk edecek isteklerine muhalefet etmek gerekir. Bu, büyük bir çabayı gerektirmekle beraber mücadele ve mücahede etmek isteyeni Rabbi, “Bizim uğrumuzda elinden gelen çabayı sarf edenlere gelince, onları bize ulaşan yollara mutlaka yöneltiriz. Kuşkusuz Allah iyilik yapanların yanındadır.” (Ankebut / 69) ayeti ile müjdelemektedir.
Nefse karşı her daim uyanık olmak lazım… ‘Su uyur düşman uyumaz’ sözü en çok nefse ve onun destekleyicisi şeytana uyar. Bundandır ki Allah Rasulü (SAV) her daim dualarında: “Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar hatta ondan da daha kısa bir an bile beni nefsimle baş başa bırakma.” (Ebu Davut) ve “Ey Allah’ım! Nefsime takvasını ver, onu pak eyle! Onu pak edecek yegâne Sen varsın. Onun velisi ve Mevla’sı sensin.” (Müslim) niyazlarında bulunmuştur.
Nefs, emmaredir (kötülüğü emreder). Ancak, terbiye ile levvame (kendini kınayan), mülhime (Rabbinin ilhamına mazhar olan), mutmainne (huzura kavuşan), radiye (Rabbinden gelen her şeye razı olan), mardiyye (Rabbinin kendisinden razı olduğu) ve en sonunda safiye (kemale ermiş, her an Rabbinin huzurunda olduğunun bilincinde olan) mertebesine ulaştırılabilir.
Nefis ve şeytan azılı iki düşman olmakla beraber insan dilerse, Rabbinin yardımıyla onları boyunduruğu altına alıp mağlup edebilir.
Rana Çeçen | Nisanur Dergisi | Kasım 2020 | 108. Sayı
Yorum yap