Bismillahirrahmanirrahim…
Ahsen-i takvim üzere yaratılan insan, tüm özü ve özellikleriyle en güzel yaratılışa sahiptir. Bedenine nakşedilenler nasıl mükemmelse ruhuna nakşedilen kuvveler de o denli mükemmeldir. Çünkü onu yaratan ekmel varlık, ona kendi ruhundan üflemiştir. (Hicr, 29) O’nun ilminden O’nun dilediği kadarını kavrayabilen insan; O’nun ruhundan da onun bahşettiği kadarını almıştır. Yaratıcı, sonsuz güç, kudret ve irade sahibi iken insanda bu sıfatlar kısmidir. Bu kısmi ve sınırlı sıfatlarla kendisine bahşedilen hayatı yaşar, emaneti sahibine vereceği güne kadar muhafaza ile memurdur. Ayrıca insanın yaptıklarından, tercihlerinden sorumlu olması, amellerinin sorumluluğunu yüklenmesi de kendisine verilen akıl ve cüz’i iradenin neticesidir.
İnsanın ruhuna nakşedilen özelliklerden birisi de hürriyete olan tutkunluğudur. Onun için de insanlık tarihi kadar eski bir kavramdır hürriyet. Her çağda, her toplumda ve hatta her fertte ayrı bir tanımı, ayrı bir anlamı vardır hürriyetin. Bazı kısımları üzerinde hemfikir olunsa da özünde herkes kendi düşünce yapısına, kendi sosyal çevresine ve belki de kendi ekonomik durumuna göre bir anlam yüklemiştir ona.
Gün geldi köleliğin zıddı olarak, özgürlükle eş anlamlı kullanıldı. Gün geldi bazı özgürlüklerin dahi kölelik olduğu söylenip hürriyetin salt özgürlük olmadığı savunuldu. Hatta kimi kendini bilmezler o denli ileri gittiler ki; yaratıcıyı inkârın, onsuz bir hayat sürmenin özgürlük, hürriyet olduğunu ifade ettiler. Oysaki onlar, bir olanı bir kenara bıraktıklarında çoklara ve kendi hevalarına tutsak olduklarının idrakine varamadılar.
Büyük İslam düşünürü Farabi; Sağlıklı düşünme ve irade gücüne sahip insanı “hür”, bunlardan yoksun olanı “hayvanî insan”, sağlıklı düşünebildiği halde irade gücünden mahrum olanı da “köle tabiatlı” olarak nitelemektedir. İrade gücüne sahip olduğu halde sağlıklı düşünme kapasitesinden yoksun olan bir kimse eğer sağlıklı düşünebilen insanlardan gelen önerilere değer verip onlarla uyumlu biçimde yaşarsa özgür insanlar kategorisine girer, aksine davranırsa köle tabiatlılardan olur. (Diyanet İslam Ansiklopedisi)
İradesini Rabbinin emri doğrultusunda kullanan, aklıselimle hareket eden insan, görünüşte başka insanların boyunduruğu altında da olsa, zindanlarda dört duvar arkasında da olsa, bedenen tutsak, ancak gerçek manada hürdür. Zincirlenen bedendir ki; o da fanidir. Ancak aklı, vicdanı, duyguları yani kısaca hür olan ruhudur ki; o da ahirette ebedidir.
Düşüncesi sağlıklı, iradesini doğru yolda kullanan kimse kendisini yaratıcısından başka hiçbir şeye bağlı ve bağımlı hissetmez. Nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun hürdür. Bir köle iken İslam ile şereflenen Bilal-i Habeşi aslında en büyük hürriyete kavuşmuş iken, güya efendisi (!) olan Ümeyye b. Halef ve Mekke’nin diğer eşrafı zincirsiz yürüyen kölelerdi.
Hürriyet; şereftir, asalettir. Hz. Hüseyin’in Kufelilere gönderdiği elçisi Müslim b. Akil b. Ebu Talip’in “Yemin ederim ki; öleceksem bile ancak hür olarak öleceğim…” (Taberi) sözü, hürriyetin siyasi manada kullanılan azatlıktan çok daha genel bir hal olduğunu göstermiştir.
Nice kendini bağımsız sanan kişi ve toplumlar, aslında göbek bağları ile başkalarına bağlı olduklarının idrakinde dahi değillerdir. Böyle şuursuzca bir halde olununca da istediğini, gönlünün arzuladığını yapmak, eşittir, özgürlük çığlıkları atılır. İstediğini ye, istediğini iç, istediğin yere istediğin vakit git, ne giymek istiyorsan -sen rahatsan içinde, kimseyi ilgilendirmez- giy, kimseye hesap verme mecburiyetin yoktur… Ve sonunda televizyon kanallarının reklamlarında “ben özgürüm” deyip yollara düşen kızların, kadınların dıştan görünen mutluluklarının cazibesine kapılıp aynı şekilde davranmak isteyenlerin, gerçekleri acı ile nasıl tecrübe ettikleri olaylar azımsanmayacak kadar çoğalır. Ondan kurtulmakla özgür olacağı zannedilen şeylerin, onu muhafaza eden zırh olduğu, onu şeref ve haysiyet sahibi yapan şey olduğunun farkına, ancak onu kaybedince varılır.
Hürriyet, Hz. Meryem’in annesi Hanne’nin onu mabede bağışlayacağı vakit: “Rabbim, karnımdakini tam hür olarak sana adadım, benden kabul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin.” (Al-i İmran, 35) demesi gibi her türlü nefsi arzudan azade olup Rahman’a kul olmaktır. Bundandır ki; insanın hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan sudan ve ekmekten bile daha kıymetli ve daha değerlidir.
Üstad Bediüzzaman’ın: “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam. Zindanı ve dahi kabri bile hürriyetsizliğe tercih ederim.” derken salt bedeni olarak meydanlarda dolaşmaktan çok daha ulvi bir özgürlüğü arzuladığı açıktır. Tarih, hürriyetleri için tutsaklığı şeref sayanların hikâyeleri ile doludur. Rasulullah (SAV)’ın: “Kahrolsun altına, gümüşe ve lükse kul olan kimse!” diye buyurması da bundan değil midir? Allah’a kulluğu (abd) kendine yediremeyen kişilerin, nasıl bayağı ve aşağılık şeylere ve kişilere kul oldukları açıktır.
Özgürlük naraları ata ata, gün geldi; insanlık onuru ve şerefi adına her neleri varsa kaybeder duruma geldiler. Bundandır ki; hürriyet, insanı insan yapan ahlakla bezenmektir. İnsanın yaratılış gayesine uygun hareket etmesidir. Madde ötesi, mekân ötesi bir haldir. Ancak asıl hürriyete Allah’a kul olmakla ulaşılması siyasi, ekonomik olarak özgürlüğün anlamsızlığı, gereksizliği manasına da gelmemelidir.
İslam, ruhun özgürlüğü kadar bedenin özgürlüğüne de önem vermiştir. Ruhi hürriyete kavuşanların en önemli vazifelerinden biri de toplumun hürriyeti için çalışmalarıdır. Kişi ve toplumların kölelikten, sömürgecilikten kurtulup kendi idarelerini kendilerinin yapması da Allah’ın kullarından istediği diğer bir hürriyet ve özgürlük çeşididir. “Ant olsun Zikir’den sonra Zebur’da da: ‘Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır’ diye yazmıştık. İşte bunda, Allah’a kulluk eden topluluk için yeterli açıklama vardır.” (Enbiya, 105-106) ayetinin tecellisi için mü’min kulun hem bedeni ve hem de ruhi her türlü hürriyete sahip olması gerekir.
Rana Çeçen | Nisanur Dergisi | Aralık 2020 | 109. Sayı
Yorum yap