Hamd âlemlerin Rabbine, salât ve selâm da O’nun pak Rasûlüne olsun.
“Hakkını helal et!”
Bu cümle belki de hepimizin en çok duyduğu cümlelerden biri… Hemen her buluşmada “Allah’a emanet ol.” temennisinden sonra gelen, küçük kazaların ardından yahut birilerini bir konuda uyaracağımızda kalp kırılma ihtimaline karşılık söylenen bir söz…
Birinin hatasını yüzüne vururken; “Hakkını helal et ama sen de şöylesin.” şeklinde kullanılır. Yolculuğa çıkarken, kutsal topraklara giderken, ameliyata girerken, en samimi olarak da ölüm döşeğinde…
“Hakkını helal et.” sözüne “Helal olsun.” şeklinde cevap vermeye ‘helalleşmek’ diyoruz. Ne kadar güzel bir kelime bu ‘helalleşmek’; güzelleşmek gibi… Güzelleşen nasıl güzel olursa, helalleşen de helal olur. Helalleşen, cennete helal olur çünkü… Helalleşmeyen yani üzerinde kul hakkı kalanınsa cennete girmesine engeller vardır; henüz cennete helal değildir o.
Ümmet olarak ne yaparsak yapalım hakkını asla ödeyemeyeceğimiz Efendimiz (SAV) dahi ashabıyla helalleşmiş, onlardan hakkı olan varsa Kendisinden almasını istemişlerdir. Bu isteği teyit etmek için de “Rasulullah bana kin ve düşmanlık besler, diye korkmayın. Nefret benim fıtratımda yoktur. Kimin hakkı varsa söylesin vereyim.” (İbn-i Sa‘d, II, 255) buyurmuş, insanları Kendisindeki (SAV) haklarını alma hususunda teşvik ettikten sonra şöyle dua etmiştir:
“Allah’ım! Ben hangi mü’mine ağır bir söz söylemişsem, o sözümü kıyamet gününde kendisi için, sana yakınlık vesilesi kıl!” (Buhârî, Deavât, 34)
Demek ki ağır söz de bir haktır; kalp kırmak, incitmek, insanları rencide etmek, aşağılamak, söz ve davranışlarla üzmek… “Hakkı olan gelsin alsın!” ilanından sonra kimse hak iddia etmediği halde böyle bir dua etmek ne büyük inceliktir!
Bir tarafta bir mümini incitme olasılığından korkan ve dua eden bir Peygamber, bir tarafta da bile bile kalp kırıp “Ne yaptım ki?” diye soran ümmeti… Kusuru kıyısından köşesinden kabul ettikten sonra gelen bir “Hakkını helal et!” sözü… “Benden çıktı artık. Helal etmek zorundasın.” yahut “İnsanı uğraştırma, helal et!” dercesine… “Hakkını helal et.” sözü emir değil ricadır. Helal etmek veya etmemek muhataba kalmış.
Kul hakkı, kapsamı en geniş günahlardan biridir ve bu günah, hakkına girilen kişi bizden razı olmadıkça ödenmiyor. Helalleşmek önemli, cennetin helali olmak… Allah (CC), kul hakkı meselesine karışmıyor. Kişi üzerinde kul hakkıyla şehit olsa, şehitliğin bile tadını çıkaramıyor. Çünkü “Şehîdin, kul hakkı dışındaki bütün günahlarını Allah Teâlâ mağfiret eder.” (Müslim, İmâre, 119)
Kul hakkına giren şeyler kısaca: İnsanların haklarını haksız yere yemek, yine o malları haksız bir şekilde ele geçirmek için birilerine rüşvet vermek (Bakara /188) … Yetim malına el koymak… (Nisa/ 2) Ana-babaya, yoksullara, yetimlere, akrabaya, komşulara, yakın arkadaşa, yanında çalıştırdığı işçiye yahut hizmetçiye iyi davranmamak… (Nisa/ 36) Verdiğini başa kakmak, yalan yeminle mal satmak… (Müslim, İman/ 171) Alay etmek, lakap takmak… (Hucurat/ 11) Zanda bulunmak, ayıp araştırmak, gıybet etmek. (Hucurat /12) Ve özel hayatın gizliliğini ihlal etmektir. (Nur/ 27-29)
Kul hakkının örnekleri ve kapsamları, gerek Kur’an’da gerekse sünnette, yukarıda bahsettiğimizden daha fazladır. Örneğin sigara içmek, yüksek sesle müzik dinlemek, Hümeze Suresi’nde bahsedildiği gibi kaş göz işaretleriyle insanları hafife almak da kul hakkına girer.
Şu imtihanlarla dolu dünyada dört bir yanımız kul hakkı… Günümüz insanında, ayağının çamurunu sürdüğü evin sahibinden helallik dileme inceliği yok maalesef… Bir yaraya merhem olma nezaketi de… Yarayı kaşıyorlar, kanayınca da “Ne kadar nazikmişsin.” diyorlar. İnsanlar, imtihanlar…
Rasulullah Efendimiz buyuruyorlar ki:
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden evvel o kimseyle helalleşsin!” (Buhârî, Mezâlim, 10)
Efendimiz (SAV), borçlu ölen kimsenin cenaze namazını kıldırmaz, ashabına “Arkadaşınızın namazını kıldırıverin.” buyururmuş. Rasulullah (SAV)’ın hayırda ne kadar hızlı ve bir hükmü tebliğ hususunda ne kadar gayretli olduğunu biliriz. Ancak öyle bir hadis var ki; Efendimiz (SAV) onu ashabına hemen bildirememiş. “Subhanallah! Ne kadar ağır bir hüküm indirildi.” buyurmuş ve bu ağır hükmü, ancak ertesi gün ashabından biri sorunca söylemiş. Hüküm şuymuş:
“Bir kişi Allah yolunda öldürülse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, sonra diriltilip tekrar öldürülse, üzerinde bir borç varsa, borcu ödeninceye kadar Cennete giremez.” (Nesâî, Büyû, 98/4681)
Bizler oysa borç yapmaya ne kadar da meraklıyız. “Borç yiğidin kamçısıdır.” diyerek çalışmalarımızı borca bağlamışız. Nakitle alıp tanıdık esnafa borç yazdıranlarımız vardır. Bunun yanında, bir eşya alabilmek için kredi kartının limitinin dolmasını iple çeken binlerce insan var. Meğer ne çok ihtiyacımız varmış(!)… Sonra ölüyoruz; daha borcunu bitirmediğimiz eşyalar varislere kalırken; borcun ağırlığını kabrin toprağıyla birlikte biz çekiyoruz vesselam.
Hakkını helal et, bir misafirlikte oksijenine ortak olup karşılığında karbondioksitimi paylaştığım arkadaş ve gereğince ilgilenemediğim dost! Hakkını helal et, kendimce doğruyu gösterirken kendisine yanlış yaptığım insan! Eşim, yavrum, annem, babam, kardeşlerim; siz de… Peşine düştüklerim, etini yediklerim, silip süpürdüklerim, çöpe ittiklerim… Aşırı parlatıp kayganlaştırdıklarım, aşırı sevip şımarttıklarım…
Hakkını helal et, koklarken sıcaklığımla rahatsız ettiğim çiçek! Yanlışlıkla kanadını kırdığım böcek, sen de hakkını helal et…
Sezgin Özbay | Nisanur Dergisi | Mart 2020 | 100. Sayı
Yorum yap