ManşetRabia Durmazer

Feminizm Bağlamında Kadın

Feminizm; materyalist bakış açısının gelişmesi ile gerek maddi gerekse manevi açıdan ezilen ve yıpranan kadınların bir isyanı olarak ortaya çıktı. Avrupa toplumunu idame eden egemen erkek gücünün kadın üzerindeki acı sonuçları bu isyanı getirmişti. Fakat başta bu isyanın belki de tek nedeni erkek hâkimiyetine olan bir tepki gibi görünse de bununla birlikte zamanla kadını sınırlayan, ezen ve yıpratan her türlü güç de bu nedenler arasına girdi.

Tarih boyunca anlaşılmaya çalışılan kadın, şimdi de kendi hakkını kendisi vermeye çalışıyordu. Fakat Rahmani yollara kapısını kapayan her izm ve ideoloji gibi feminizm de kadına acı tecrübeler yaşatacaktı.

Batı, ideolojilerin menşei olduğu gibi izmlerin de doğmasına zemin hazırlayan anlayış ve düşüncelere sahipti. “Karısı olanın arısı var demektir, ne zaman sokacağı belli olmaz. Kadın zarurî bir baş belâsıdır. Karşıdan iki kişi geliyor sandım meğerse biri kadınmış.” gibi atasözleri, batıda kadın hakkındaki düşüncelerin ne denli katı olduğunu gösterir niteliktedir.

Tam da böyle bir zeminde feminizm, kadınların değer aradığı, sığınılacak bir liman oldu. Ancak hayata sadece kadın gözüyle bakmak, imandan yoksun bir anlayışla kadına değer yüklemek, dünyevi bakış açısı ile hayatı anlamlandırmaya çalışmak gibi hatalara düşerek isabet edilemedi ve bugün belki de kadın düşebileceği durumların en kötüsüne feminizmle düşmüş oldu. Hatta bununla da sınırlı kalmadı ve Batıda haksızlıklar yağmurunun oluşturduğu feminizm seli nihayet doğuya da aktı ve İslam dünyasına hatta kendi içimize kadar da çamurları bulaştı.

Feminist söylemler, ilk ortaya çıktığı zamanlarda hâlihazırdaki toplum yaşayışına ve düşüncelerine uç fikirler gibi görünse de zamanla bu uç fikirler normalleşerek hayatımızda yerini aldı. 21. yüzyılda yükselen özgürlük ve bireysellik söylemlerinin akabinde kendini dindar olarak adlandıran fertlerin dilinden dahi feminen söylemler duyulmaya başladı. Mesela Mısır’da Hüda Şaravi’nin*, bir baskı unsuru olarak gördüğü peçesini tren istasyonunda çıkarmasıyla büyük bir şok yaşayan Müslüman dünya, bugün peçeli kadınları dışlayacak duruma geldi.

Fıkıhta peçenin hükmü daraltıldı ve neredeyse kadının tesettürü dahi zaruretten keyfiyet haline düşürüldü. Müslüman kadınlar, Feminizmin sunduğu düşünceleri Kur’an’dan ayetlerle desteklemeye, Rasulullah’ın hayatından örnekler ile İslamileştirmeye bile çalıştılar. Müslümanın dünyevileşmesiyle birlikte konforlu hayat tarzının özlemini çeken orta gelirli aileler, maddi gücü keşfederek kendi kendini idare etmeye heveslenen genç kızlar, ahlaki değerleri bir baskı unsuru addederek bu zincirleri kırmaya çalışan kimi kadınlar, kadıncı söylemlerle bilerek veya bilmeyerek Feminizmi hayatımıza soktular. Bunun sonucunda ise feminizmin karşı durduğu çoğu şeye karşı çıkmaya başladılar. Bu karşı çıkılanlar arasında İslam’ın sunduğu aile modeli, Müslüman kadın ve anne rolü; kadının ve erkeğin gerek ekonomik gerek toplumsal rolleri de vardı.

İslam kimliği ile doğrulmuş medeniyetimizin sacayakları, feminizm söylemleri ile kırılmaya çalışıldı. Belki de işin en tuhaf yanı örtüsüyle, elinde Kur’anıyla feminist söylemlerde bulunan Müslüman kadınlardı. Bu tuhaf bir durumdu. Çünkü kuralları, nasihat ve emirleri ile İslam’ın sunduğu hayat tarzı; kadını öteleyen, küçümseyen, aşağılayan bir yana sahip değildir. Hal böyle olunca Müslümanların dilindeki feminist söylemler, inanç ile yaşam arasındaki çelişkiyi ortaya çıkarmaktadır.

Feminizmin, Müslüman kadınlarda bir karşılık bulmasının tek sebebi, sadece erkek gücüne karşı olması değildir. Aynı zamanda günümüzün “insan nefsini” güçlendiren gelişmeleri de bu söylemlerin artmasına neden oldu. Özellikle bireyselliğin artması ile kendi nefsini tatmin etme eğilimi, aile ve topluma karşı sorumlulukları sınırladı. Çünkü annelik, eş olma gibi durumlar bazı yükümlülükler getirmekteydi kadın hayatına. Bununla birlikte genç kızların okuma, çalışma ve sosyal ortamları keşfedip eğlenme arzuları, ev işi ve yemek yapmayı öğrenmelerini engelledi. Feminizm, kadının üstündeki bu sorumlulukların yükünü kaldırarak alacağı bir sürelik hazzı, aile ve toplumu inşa etmek gibi önemli bir göreve tercih ettirdi.

Aynı şekilde İslam’da aile kurumunun ekonomik idaresini sağlama yükümlülüğü erkeğe verilmiştir. Buna karşın kadına verilense; evin iç işlerini ve varsa çocukların yetiştirilmesini sağlamasıdır. Ancak sosyal ortamların özendiriciliği, çalışıp para kazanmanın cazibesi, kadına verilen sorumlulukları; kadını eve hapseden, geri plana atan, önemsemeyen bir konuma düşürdüğü algısını ortaya çıkararak kadının görev ve sorumluluklarına başkaldırmasına sebep oldu.

Evlat yetiştirmek gibi kutsal ve hem fert hem toplum açısından çok önemli olan bir sorumluluk, “çocuk bakıcılığına” indirgendi. Çalışıp evin geçimini sağlamak gibi ağır bir görev basitleştirildi ve kadının yapacağı/yapamayacağı her iş çok kolay gösterilerek kadının çalışmasını uygun bulmayan hükümler, kadını küçük düşürücü olarak gösterildi.

İslam’da kadın ve erkeğe verilen görevlerde fıtrata ve yapıya uygunluk varken durum cinsiyet ayrımcılığı iddiaları ile değersizleştirildi. Şu an bilgi çağında olmamıza rağmen bu konunun hikmeti bilinmiyor ve anlaşılmaya da çalışılmıyor.

Öte yandan kadının eşine itaat etmesi ile sağlanan ev içi idare dengesi, kadını küçümsemek olarak gösterildi. Hâlbuki bu husus, kadına verilen değerin bir göstergesiydi. Çünkü iki aklın aynı anda aynı kurumu idare etmesi mümkün olabilir mi? Hem kadın aklının hem de erkek aklının hâkim olduğu ailede, bu idare işi düzgün bir şekilde sağlanabilir mi? Bunu yapmak yerine tek bir idareci seçip diğerinin de ona itaati istenmektedir. Bunu diğerinin aklını küçültmek yerine düzeni sağlamak için yapılmış bir görev ayrımı olarak görmek gerekir.

Günümüzde insanın taşıdığı “nefs” daha da güçlendi ve dünyevileşme ile birlikte Müslüman kadını İslami kimliğinden soyutlamaya başladı. Görev ve sorumluluğunu yerine getirdiği taktirde kazanacağı ahiret sevabı; dünya konforuna, başarısına ve kendi zevkine göre yaşamaya tercih edildi. Aksi taktirde feminizmin İslam dünyasında karşılık bulması mümkün değildir. Bunu ancak nefsin dünyevileşmesi ve hayata materyalist bir açıyla bakmakla açıklayabiliriz.

*Hüda Şaravi, Mısır’da feminizm savunucularındandır. Zeyneb Gazali’nin de bir süre aralarında bulunduğu “Mısır Kadınlar Topluluğu” derneğini kurmuştur.

Rabia Durmazer | Nisanur Dergisi | Ekim 2020 | 107. Sayı

Yorum yap