Gülfer EkmenYazarlar

Ezber Bozan

Allah’ın adıyla! 

Tahir…

Onu hiçbir sınıf arkadaşı sevmiyordu. Çünkü derslerine asla çalışmayan, tembel ve bön bir çocuktu. Özellikle öğretmeni “Beni delirtiyorsun” diye hep kızıyordu Tahir’e. Bir gün Tahir’in annesi okula geldi. Öğretmeni ile görüştü. Öğretmen dürüstçe “Çocuğunuz ders çalışmayan, aptalca şeyler yapan bir çocuk. Notları da düşük… Hayatımda bunun kadar tembel bir öğrenci görmedim” dedi. Annesi çok şaşırdı. Tahir’i okuldan aldı ve Kayseri’ye taşındılar. Aradan 25 yıl geçti. Öğretmen de Kayseri’ye tayin olmuştu. Bir gün öğretmen ağır bir kalp krizi geçirdi. Bütün doktorlar ameliyat olması gerektiğini söylediler. Bu zor bir ameliyattı ve Kayseri’de ameliyatı yapabilecek tek bir cerrah vardı. Öğretmen ameliyat oldu. Gözünü açtığında karşısında yakışıklı cerrah ona gülümsüyordu. Öğretmen tam teşekkür edecekti ki; suratı morarmaya başladı. Bir şey söylemek için elini kaldırdı ama söyleyemeden küt diye öldü.

Cerrahın Tahir çıkacağını sandınız değil mi?

Doktor şaşırdı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir baktı ki o da ne?

Odaları temizleyen Tahir, solunum cihazının fişini çekip elektrik süpürgesini takmış.

***

Bir arkadaşın gönderdiği bu yazıyı okurken sonunu bildiğim, klasik, her yerde var olan bir yazı ilgisizliği ile okudum. Gözlerim kısılmış, bakışım isteksiz ve dikkatsizdi. Çünkü ben de, yazıyı ilk okuyuşum olduğundan cerrahın Tahir çıkacağını sanıyordum. Herkesin, özellikle de çocukların iyi olmaya aday oldukları düşüncesinde oluşum, bunu zannın da ötesine taşıyordu. Bu durum, bakışımı rutinden “hayat” sandığım zanna yönlendirirken kalemimden döküldü bu satırlar.

Hayatın sahibi öyle latiftir ki; sıradanlıkta bize verdiklerini bazen fark edemez, yeterince şükredemeyiz. Her gün işe gidip gelmek, ailenle bir arada olmak, girebilecek bir evinin olması aynılıkta birer nimet olarak fark edilemeyebilir. “Her şey zaten bizimdir ve hep bizim kalacaktır” fikriyatının, bir virüs gibi tüm bedenimizi sardığının göstergesidir aynı zamanda bu durum. Zira yaşayan bir kalbin ritimlerinde iniş ve çıkışlar vardır. Dümdüz bir çizgi, hayat sahnesinden düşüşün göstergesidir.

Kızılderili Reisi koştuktan bir süre sonra birini bekler gibi dururmuş. Nedeni sorulduğunda “Ruhum geride kaldı. Onu bekliyorum” cevabını, bekleme salonlarında genelde hatırlatmıştır bana Habir olan.

“Allah’ı unutturan nimet musibettir” demiş bir Allah dostu. Hayatımızın bize göre (!) düzgün gitmesi, sağlığımızın yerinde olması, borçlu olmamamız, sevdiklerimizin yanımızda olması… Yolunda giden hayatlarımız, Yolun Sahibi ile muhabbetimizi her an tazelemiyorsa ruhumuz geride kalmış demektir. Ezber giden yaşamlarımızın, götürücüsü tarafından bir silkelenmeye, temizlenmeye ihtiyaç duyduğu an gelmiştir. Günlük ya da haftalık temizlik yapsak dahi bahar temizliklerinde kıyıda köşede kalmış tozlardan sonra; “meğer zannettiğim kadar da temiz değilmiş” dediğimiz durumu yaşar gönül evimiz. Derin, dip köşe temizliklerinden sonraki yenilenmeyi, ferahlığı, diriliği yaşatır Ezber Bozan sevenimiz.

Aynı sesi uzun süre algılayamaz, aynı kokuyu hissedemeyiz. Şiir ezberini dinlediğiniz birinin, hızını kestiğinizde önce afallayıp sonra ne yaptığının farkına vardığına tanık olmuşsunuzdur.       

Ezberi bozulan kişinin ilk yaşadığı şaşkınlıktır, sonrasında da yavaş yavaş gerçekte hiçbir şeyin sahibi olmadığı duygusudur. Bundan sonrası onun seçimine göre ilerler. “Niye ben? Bunları yaşayacak ne suç işledim” cümleleriyle isyanı seçebilir ilkin. Bu isyanın devamı gelebileceği gibi elinden bir şey gelememenin zorunlu sükûtu da gelebilir. Sürekli, yaşanmadan öncekine özlemin duyulduğu bu durumda, kişi kendini kurban olarak görür. İçin için kendine acıdığından başkalarının da kendisine acıdığını zanneder. Hak etmediğine inandığı bu durum onu sertleştirir.

Ezberi bozulan bazı insanlar için önemli olan, ezberi kimin bozduğudur. İyi tanırlar Ezber Bozanı. O kadar çok sever ve güvenirler ki; yaşadıklarından çok Ezber Bozan’la ilgilenirler. Özellikle isabet ettiyse bu yaşananlar muhakkak bir görevi vardır. Deriye sopayla vuran dericinin amacı tozunu almaksa, Sevgiyle Var Eden’in bin bir hikmetine teslimiyetin huzurunu yaşarlar. Karşılarına cevaplamaları gereken zor bir soru çıkmıştır ama cevap hep aynıdır. “Yardımına ihtiyacım var ya Allah, ya Rahman, ya Kadir, ya Mucib, ya Rab. Bilirim ki sen abes (öylesine) iş yapmazsın. Bilirim ki; senin benim için dilediğin, benim kendim için dilediğimden daha hayırlıdır.” Yaşadıkları ne olursa olsun, görevlerinin aynı olduğunun bilincindedir bu seçkin zümre. Mülk sahibinin gözden çıkardığı değil, öne çıkardığı az sayıda kişilerdendir onlar.

“Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: ‘Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar.” (Yunus /22)

Rüzgârla denizde yapılan neşeli yolculuk dalgalarla bozulduğunda hatırlanır denizin, geminin, rüzgârın ve yolcunun sahibi. Tüm yakarışlar ve verilen sözler, yalnız o kudret sahibinedir. Ezber bozulmuştur bir kere.

“Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; bununla sadece fani dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz.” (Yunus/ 23)  

Çabuk unutan insanoğlu, sanki bir daha işi hiç düşmeyecekmişçesine çoktan yeni bir ezbere doğru yol almıştır bile.

“Ey Rabbimiz her durumda bizden haberdar olduğunun sıcaklığını eksiltme yüreklerimizden. Hayretimizi ve ilmimizi arttır ki; rutindeki olağanüstülüğün büyüsü sarsın tüm bedenimizi. Hayat ezberimiz bozulmadan bize kendi isteğimiz ile terk ettir sevmediğin her şeyi. Bunu anlayacak kalp, akıl, ruh ver bize, hepimize. Sevginden, merhametinden, rahmetinden lütfeyle hayatlarımıza!” (Âmin)

Gülfer Ekmen | Nisanur Dergisi | Ocak 2019 | 86. Sayı

Yorum yap