El-Hasîb ism-i şerifi “kâfi olan ve hesaba çeken” manasındadır. İmam-ı Gazali’ye göre “el-Hasîb kâfi anlamına gelmektedir.”
Zatında ve sıfatlarında sonsuz kemal sahibi olan Cenâb-ı Hak, bütün varlıkların her türlü ihtiyaçlarına kâfi olandır. O’nun (CC) varlığı ezeli ve ebedidir. Varlığına son yoktur; eşyanın varlığı da O’nunla (CC) devam eder.
Sıfatları zatîdir; azalma, eksilme, noksanlık, acz ve kusurdan münezzehtir. Kudreti ile her şeyi bizzat var eden, varlıklarını devam ettiren ve idarelerini yapan/yapacak olandır. Mekân ve zamanla kayıtlı değil, her varlığın yanında hazır ve nâzırdır. Onlara kifayet edecek sonsuz ve sermedî sıfatların sahibidir. Elbette bütün zamanlarda yaşamış ve ebede kadar yaşayacak olan, varlıklara kâfi gelir. Dualarına cevap verir, ihtiyaçlarını giderir, ikram eder; merhametiyle darlığa düşenleri, bela, musibet ve üzüntü içinde olanları kurtarır. Müminlerin gözeticisi, yardımcısı, dostu ve koruyucusu olur.
İmanı tahkiki olmayanlar, Allah (CC) ile beraber sebeplerden de medet umar. Oysa sebepler sadece zahiri vasıtalardır ve Allah’ın (CC) idaresindedirler. Onları bir hesaba göre var eder ve yok eder. Demek ihtiyaçların karşılanacağı asıl merci, Allah Teâlâ’nın rahmeti ve kudretidir. Sebeplere yönelmek ise mana-i harfi iledir ve sadece birer fiili duadır. Ğani, Muğni ve Kâdir olana yönelmedir. Zaten bu yüce isimlerin sahibini bulan, ihtiyaçları için başka bir adres de aramaz.
Rabbinin Hasîb olduğuna imanı tam olan birinin düşünce ve fikir merkezinde sadece Rabbi, amellerinin hedefinde ise sadece rızası olur. Güvendiği, dayandığı, ümit ettiği, korktuğu, dua ve tevekkül ettiği adres bellidir. “Hasbim Allah’tır” der, Rabbine yönelir. “Ey her şeyin hesabını, kitabını bilen Hasîb, beni Sen yönlendir; çünkü Senin kararların benim için yeterlidir.” der ve rahatlar. (Abdulkadir el-Geylani, Kasidetü’l-Esmâi’l Hüsnâ)
Kendi fıtratındaki acizliğe ve önünde onu bekleyen her duruma karşı O’na (CC) sığınır. “Hasbiyellah” ile aczini ve fakrını ilan eder ve şöyle der: “Dinim ve dünyam için Allah (CC) bana yeter. Üzüntülerimi gidermek için Kerîm olan Allah bana yeter. Zalimlere ve düşmanlarıma karşı Kaviyy ve Şedîd olan Allah (CC) bana yeter. Ölüm anında mümin kullarına merhameti sonsuz olan Rahim bana yeter. Kabirde ve sorgu anında şefkati sınırsız olan Raûf bana yeter. Hesap anında kerem ve izzet sahibi olan Kerîm bana yeter. Ameller tartıldığında lütuf ve ihsanı sonsuz olan Latîf bana yeter. Sırat köprüsünden geçerken her şeye gücü yeten Kadîr bana yeter. Cehennemden kurtulup cennete nail olmak için Hakîm olan Mevlâm bana yeter”
Tevhid dininin öncüleri sıkıntılı zamanlarda ve önemli işlerde “Hasbunallahu ve ni’mel vekil” zikrine tutunmuşlardır. Allah’ın her şeyin hesabını tuttuğunu; rahmet, adalet ve hikmet ile alınmış hükümlerini uygulamada kâfi olduğunu ve müminlere olan inayet vaadine yakinen inanmışlardır.
“Ey peygamber! Sana ve müminlerden sana tabi olanlara, Allah yeter.” (Enfâl; 64)
“Onlar ki (bir kısım) insanlar kendilerine: ‘Şüphesiz insanlar (düşmanlarınız) gerçekten size karşı toplandılar; işte onlardan korkun!’ dediler de (bu) onların imanlarını artırdı ve: ’Allah bize yeter ve (O) ne güzel Vekildir!’ dediler.” (Âl-i İmrân; 173)
İşini Allah’a (CC) havale eden ve O’na (CC) dayananların imanları, bu amellerinin karşılığı olarak kuvvet bulur, kemale doğru gider. İmanlarının artması oranında güveni, teslimiyeti, sabrı ve rızası daha da artar. Dolayısıyla takdirata razı olup mevcut hâle kanaat eder, kalbi huzur ve sükûnete erer, mutmain olur. Bilir ki, her amelinin karşılığı vardır ve ubudiyet emrini yerine getirme nispetinde yardım görecek, ihtiyaçlarına kifayet edilecektir. Onun için de düşmanlarına karşı kendi gücüne değil Rabbinin gücüne güvenir, O’na (CC) dayanır.
İbn Ebi Hatim’in İbn Abbas’tan rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur: “Dünyada güçlü olmak isteyen Allah’a tevekkül etsin, zengin olmak isteyen elindekilere değil, Allah’ın yanında olanlara güvensin, izzet ve şeref sahibi olmak isteyen de Allah’tan korksun.”
Hasîb, hesabı tam yapandır.
Yarattığı varlıkların her hâl ve durumlarını kaydeder ve muhasebelerini yapar. Yaratan ve onları yaratmaya devam eden Hâlık; Alîm, Habîr, Rakîb ve Hafîz’dir. Her mekân ve zamanda hazır ve nâzır olan Şehîd; varlıklar âlemindeki her hareket ve durumun sayısını bilen Muhsî’dir. Hikmetsiz tek bir fiili ve icadı yoktur. Ne kaydetmek ve hesaba çekmekten aciz kalır ne de ihmal eder.
Kulları hakkındaki muhasebesini ve hükmünü süratle gerçekleştiren Serîu’l-Hisab’dır. “Hüküm yalnız O’nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.” (En’âm, 62)
Bu muhasebeyi herhangi bir işleme muhtaç olmadan bir anda yapar. Mukaddes ilmi; başkaları tarafından ancak hesaplama ile bilinebilecek miktar, ölçü ve adet gibi her ne varsa hepsini kuşatmıştır. O’nun (CC) hesabında bir eksiklik, fazlalık veya yanılmadan söz edilemez. Çünkü O (CC) bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.
O’ndan (CC) başka hesap yapanların yaptıkları hesaplar bilmek, kaydetmek gibi güçler ve zaman ile kayıtlıdır. Önceki zamanda olan şeyleri hesaplayamazlar çünkü hâdistirler. Sonraki zamanda olacak şeyleri de hesaplayamazlar çünkü fanidirler. Hesaplamak için birçok işleme muhtaçtırlar. Yüzeyi ayrı, uzunluğu ayrı, hacmi ayrı, adetleri ayrı formüllerle hesaplarlar ve ancak bu formüllerle bir sonuca varırlar. Oysa Cenab-ı Hakk (CC) hesabını hiçbir zaman ve formüle ihtiyaç duymadan bir anda yapar. Zamanı ve içindekileri halk edenin ezeli ilminde, varlıkların yaptıkları ve yapacakların şeylerin hesabı zaten mevcuttur.
Emir ve yasakların muhatabı ve sahip olduğu irade ile mesuliyet altına girmiş olan insanın, her bir amelini saymışçasına bilir. Bu ince ve kusursuz hesaba göre karşılığını verir, takdirat da buna göre gerçekleşir. Sünnetullah çerçevesinde alınan hükümlerle muamele eder.
Verilmesi sünnet, alınmasıysa farz olan selam gibi bir amelin hesap dâhilinde olduğunu bize şöyle haber verir: “Hem bir selam ile selamlandığınız zaman, artık ondan daha güzeli ile selam verin veya ona (aynı ile) mukabele edin. Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyla görendir.” (Nisâ, 86)
En değerli Memurunun (SAV) zatında müminleri de terbiye eder, sınırlarını onlara şöyle gösterir: “Sana düşen ancak tebliğdir; hesap görmek ise bize aittir.” (Ra’d, 40)
Habib’ine bir hesabın olduğunu/olacağını haber vermesini, fakat asıl hesap sorucununsa kim olduğunu hatırlatır. Bu hatırlatma müminlere sorumluluk bilinci verirken kâfirler için bir tehdit niteliği taşır.
Hasîb ism-i şerifinin dünyadaki tecellisini de bu ayet-i kerimeler ve hadis-i şeriften anlıyoruz.
“Onlardan bir kısmı da: ‘Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından muhafaza eyle!’ der. İşte onlar ki, kendilerine kazandıklarından bir nasip vardır. Allah ise, hesabı pek çabuk görendir.” (Bakara; 201-202)
“Ey Serîu’l-hisab! Bu birleşmiş düşmanları bozguna uğrat!” (Buharî, Cihad 98)
Bu isim dünya hayatında tecelli ettiği gibi azamî derecede “hesap gününde” tecelli edecektir. Hesap sorma/hesap verme gününde, hesabı tam yapan ve hesaba çekecek olanın huzurunda hesap verilecektir. O günün Mutlak Hâkimi olanın yücelik ve heybeti apaçık görülecek. Lütuf ve ihsanları tek tek kaydedilmiş/hesap edilmiş olan Mün’im-i hakikî kimdir, iyice bilinecektir.
Nasıl ki bir zerreye dahi değer vermiş ve mükemmel bir sanatla yaratmış ve başıboş bırakmamışsa; yine aynı küçüklükteki bir şeyin hesabını dahi tutar ve o gün ondan hesaba çeker.
“Kıyamet günü adalet terazilerini kurarız; artık kimse bir şeyle haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi ağırlığında (bir amel) bile olsa, onu getiririz. Hesap görücü olarak da biz yeteriz.” (Enbiyâ; 47)
İlahî muhasebede iyilikler kaybolmaz; çünkü bütün hayırlar O’nun (CC) defterine geçer, muhafaza edilir. Hardal tanesi ağırlığındaki son derece az ve değersiz gibi duran her ameli, bir nefesi dahi hesaba dâhil eder.
Bu durum hayır işleyenler için bir müjdeyken, şer işleyenler için kötü bir haberdir. Fakat neticede hayra irşad, şerden sakındırmadır. Çünkü hiçbir şeyi karıştırmayacak, eksik bırakmayacak şekilde hesap eden ilim sahibi, ceza ve mükâfatını vermekten aciz olmayan kudret sahibi olan Zat, kendisinden ümit edilmeye ve korkulmaya en layık olandır.
Akıl sahibi her insan kendisini bekleyen ölüm, kabir hayatı ve hesap günü için kendini hesaba çekmeli. Emanet olarak verilmiş ömür sermayesini nerede harcadığına bakmalı. Hesap gününde ona “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter!” (İsrâ; 14) denileceğini unutmamalı.
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Allah’ın huzurunda vereceğiniz o büyük hesaba kendinizi şimdiden hazırlayınız. Kendini daha dünyada iken hesaba çekenlerin ahiretteki hesapları kolay geçecektir.” (Tirmizî; Kıyamet, 26)
Hayatına vahyin penceresinden bakıp doğru anlam yükleyen ve o paralelde yaşamaya çalışıp, iyilikleri kötülüklerinden çok olanların hesabının zor olmayacağını, bu ayet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden anlıyoruz.
“O zaman kimin kitabı sağ eline verilirse, artık kolay bir hesapla hesaba çekilecek!” (İnşikak; 7-8)
Hz. Aişe’den rivayet edilen şöyle bir hadis nakledilmiştir: “Her kimden hesap sorulduğunda vay onun haline!” Hz. Aişe (R.Anha) Rasulullah’a (SAV) şöyle dedi: “Ya Resulallah! Allah, ‘kimin eline defteri sağdan verilirse onun hesabı kolay olacaktır’ demiyor mu?” Hz. Peygamber (SAV): “Onun sadece hesabı görülecektir, öyle uzun uzun soruşturulmayacaktır” buyurdu. (Buhari)
Elhamdulillahirabbilalemin.
Nevin Yapıcıoğlu | Nisanur Dergisi | Kasım 2020 | 108. Sayı
Yorum yap