Bismillahirrahmanirrahim.
“Celâl ve ikram sahibi Rabbinin ismi ne yücedir!” (Rahman, 78)
El-Celîl, sıfatları sonsuz kemalde olan demektir. İmam Gazali, yakın anlamlı gibi bilinen Kebir, Celîl ve Azim isimlerinin farkını şöyle ifade eder.
“Allah’ın Kebir olması, Zâtının kemâline, Celîl olması sıfatının kemâline, Azim olması ise her ikisinin (Zâtının ve Sıfatının) kemaline racidir” (İmam Gazali, Esmâü’l-Hüsna)
Demek Celîl ism-i şerifi “sıfatların mükemmel olduğu” anlamını taşır.
Cenab-ı Hakkın her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan yüce Zâtı birdir, ezelidir, sermedidir, ebedidir, eşi, benzeri ve dengi yoktur.
Zâtından gelen sıfatları da aynı şekildedir. Yüce Zâtının gereği olan bu sıfatlar zarûridir ve zâtîdir. Yani Zâtı ile kaimdir; Zâtına aittir, Zâtından doğar ve O’ndan (CC) ayrılmaz. O’nun (CC) ile hep vardı, varlığı ile devam edecek ve hep var olacaktır.
Zâtî olan bu sıfatları ezelidir, sermedidir ve ebedidir; başlangıçları yok, daimi ve süreklidir, sonları da yoktur. Mesela Hayat sıfatı; mahlûkatı yaratmadan önce de vardı ve sürekli vardır ve hep var olacaktır. Mahlûkatın hayatı gibi bir başlangıcının olması, kesintiye uğraması ve son bulmasından söz edilemez.
Zâtî olan sıfatları küllîdir, mutlaktır, muhittir ve sonsuzdur.
Sıfatları küllîdir; mevcudatın tümünde birlikte icraat yapar. Mesela Kudret sıfatıyla aynı anda birçok tasarrufta bulunur. Semi’ sıfatıyla birçok sesleri birlikte duyar ve hakeza…
Sıfatları mutlaktır; her türlü kayıttan münezzehtir. Hiçbir şart ve sınır düşünülemez. Sıfatlarını engelleyecek ve çok az da olsa zayıflatacak başka bir sıfattan bahsedilemez. Mesela irade sıfatı için herhangi bir kayıt, bir sınır, bir şart söz konusu değildir. İradesini engelleyecek, kayıtlayacak başka bir irade yoktur.
Sıfatları sonsuzdur; sıfatları için bir eksilmeden söz edilemez. Mesela Basar sıfatı sonsuzdur, görmesinde bir eksilmeden, azalmadan ve son bulmasından bahsedilemez.
Sıfatları muhittir; her bir sıfatı bütün varlıkları ihata etmiştir. Yani tecellileriyle hepsini kaplamış, tümünü kuşatmıştır. Mesela İlim sıfatı her şeyi ihata etmiştir. Her şey O’nun İlim dairesindedir. Hiçbir şeyin ilminin dışında kalmasından söz edilemez. Âlemleri kaplayan, en ince sırlara nüfuz eden ilminden bir şey gizlenemez.
Diğer bir örnek Hâkimiyet hakikatidir. Hâkimiyetinin tasarrufatının dışında kalan tek bir varlık yoktur. Âlemdeki her tasarruf onun hükmüyle gerçekleşir. Hükümlerini iptal edecek, infazına engel olacak ve bağlayacak başka bir güç yoktur. O karşı konulmaz azametli tecellileriyle varlıkları hâkimiyeti altında tutar. Hiçbir sebebin müdahalesi veya şerik olması söz konusu olamaz.
İnsanlar arasında celal sahibi olan kişi, başkaları üzerinde yaptırım gücü olan ve kendisine itaat edilmekten başka bir yol bulunmayandır.
Cenab-ı Hakk her büyükten daha büyük, üstün ve şanı yüce olandır. Yaratan, yaşatan, tedbir ve idare eden kim ise; hükmedecek, emir ve yasakları belirleyecek ve kendisine itaat edilecek olan da o olur. Büyük küçük her şey Celâl sahibinin emriyle hareket eder. “Güneş ve arş gibi büyük cisimler, haşmet lisanıyla ‘Yâ Celil, Yâ Kebir, Yâ Azim” ( B.S.N. Mektubat, 20. Mektup, 2. Makam) derler.
Büyüklük, ululuk, yücelik sahibi Zât-ı Zülcelâl’in kemalâtı her türlü noksanlıktan ve kusurdan münezzehtir. Sıfatları da mutlak kemaldedir. Her türlü eksiklikten uzak; kudreti aczden ve şerikten, hikmeti gayesizlikten, adaleti zulümden münezzehtir, mukaddestir.
“O, Celâl sıfatları ile muttasıf olandır. Celâl sıfatları, kimseye muhtaç olmamak, hâkimiyet, tekaddüs, ilim ve kudretten ibarettir. Bu sıfatların hepsini birden ihtiva eden mutlak cemdir ki; O da Allah’tır.” (İmam Gazali, Esmâü’l-Hüsna)
HAŞMET
İsm-i Celâl türlerde tecelli eder.
El-Celil, Celâl sahibi olandır. Celâl; Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarının kapsamlı ve haşmetli bir şekilde tecelli etmesini ifade eder.
“İsm-i Celâl, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemal ise mevcudatın cüz’iyatına tecelli eder.” (Mesnevi-i Nuriye, 10. Risale)
Cenab-ı Hak bu âlemde birliğine delil olacak birçok varlık yaratır. Sayısız çoklukta yarattığı türlerde haşmetini gösterip, Celâl sıfatını okuttuğu gibi; her bir türün her bir ferdinin sahip olduğu sanat ve güzellik ile de Cemal sıfatını okutur.
Mesela her bir kar tanesinin kristal tasarımını birbirinden farklı, mucizevî güzellik ve sanatta yaratarak, Cemalini gösterir.
Uçsuz bucaksız mülkünü kaplayan, üst üste yığılmış, şekilleri birbirinden farklı, güzel ve çok sayıdaki kar tanelerinde ise haşmetini gösterir, Celâline işaret eder.
Bizler cemaline ayna olan kar tanesini hayranlıkla izlerken, Celâline ayna olan kar tanelerini ise hem hayranlık hem de hayretle izleriz.
Her bir canlının kendine mahsus sureti Cemal tecellisini gösterirken; sayısız suretler Celâl tecellisini gösterir. Özel olarak rızıklanmaları Cemal tecellisini gösterirken; bütün canlıların rızıklanmaları ise Celâl tecellisini gösterir. Her birinin hayatı Cemal tecellisini gösterirken; sayısız canlının sahip olduğu hayatlar Celâl tecellisini gösterir.
Atomlar ordusu, galaksiler, yıldızlar ordusu, insanlar, melekler, hayvanlar ordusundan bitkiler ordusuna kadar hepsi emre itaat eden askerler gibi olup, onlara hükmeden ve idare eden Rabb-i Zülcelâl’in haşmetine ayna olurlar.
Kâinat muhteşem bir saray; Güneş, o saraydaki lambalardan bir lamba, hayat sahiplerine bir hizmetkâr, bir ocak; Ay bir kandil; yıldızlar adeta bir mum görevi görürler. Yeryüzü bir beşik, bir sofra, bir tarla, bir bahçe; dağlar adeta bir mahzen, birer direk ve kale hükmündedir.
Cenab-ı Hakk bunun gibi her bir varlığı, o saraya lazım olacak şekilde yapmak gibi hayret veren bir hükmetme ve gezegenlerin büyük bir hız, ince bir hesap ile dönmesi gibi azametli hareketler ile Rububiyetinin haşmetini gösterir. Mevsimleri peş peşe getirmek, her kışta ölmüş ve kurumuş yeryüzünü, baharı getirerek yeniden canlandırmak, yeşertmek, süslendirmek gibi büyük çaptaki değişimler ve döngüler; muhteşem bir saltanatla hükmettiğini gösterir. Sıfatlarının celâlli tecellileriyle kendini şuur sahiplerine tanıttırır, bildirir.
Kâinatta, bu geniş icraatlar neticesinde görülen haşmet elbette yaratıcının bir olduğu sonucuna götürür. Cenab-ı Hakk Vahid’dir; yani sıfatlarında, isimlerinde ve fiillerinde bir ve tek olan, şeriki olmayandır.
“Celal, Vâhidiyetin tecellisinden… zahir olur” (Mesnevi-i Nuriye, 10. Risale)
Vahidiyet; Vahid isminin tecellisi anlamındadır. Cenab-ı Hakkın isim ve sıfatlarıyla bütün varlıkları kaplayan büyük ve azametli birlik tecellisidir. Cenab-ı Hakkın sonsuz ve mutlak olan her bir sıfatının bütün varlığı ihata etmesini, hükümleri altına almalarını ve bu sıfatlarında ortağı olmadığını ifade eder.
Her bir sıfatın vahidiyeti ile ihatasıyla her bir âlemde haşmetini gösterir. İsim ve sıfatların bu tarz tecellisi umumi ve külli olup Celâline işaret eder. Hiçbir varlık bu tecellinin dışında kalmaz. Kemal ve Cemal bu tecelli ile varlıkların üzerinde azametle tezahür eder ve haşmeti okutur. Bu hakikati, iman nuru ile temaşa eden her akıl sahibi, tevhid ile yaratanın, idare ve tedbir edenin sadece Bir olduğu sonucuna varır.
El-Celil; “Sonsuz haşmet ve yüceliğine layık sıfatları olan ve haşmetini varlıklar üzerinde gösteren” (Lem’alar, 29. Lem’a, 5. Bab) anlamına gelmektedir.
İlahî sıfatların celalli tecellilerinin her bir âlemdeki yansıması, görünmesi söz konusudur. Heybet ve kahır gibi hakikatler, bu tecellilere işaret ederler. Kalpte duyulan korku ve haşyet, dünyada çekilen cezalar, ayrılıklar, bitişler, ölümler; ahiretteki cehennem ve ateş, hep bu tecellilerin sonuçlarıdır.
“Fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. ‘Ne diyorsunuz?’ de. Elbette ‘Yâ-Celil, yâ-Celil, yâ-Aziz, yâ Cebbar’ dediklerini işiteceksin.” (Sözler, 24. Söz, Birinci Dal)
Şuur sahibi tefekkür ehli her insan, bu tecellilere karşı hayret ile mukabele eder. Elbette her insanın iman mertebesi nispetinde hayreti de haşyeti de farklı olur. Fakat hangi mertebede olursa olsun onun Celâli hakkıyla anlaşılamaz.
İnsanın sahip olduğu her şey; akıl, kalp ve hisler hepsi mahlûktur. Mahlûk olan her şey cüzîdir, sınırlıdır ve bazı şartlara bağlıdır. Birçok kayıtlarla kayıtlanmış olan aciz insan; zaman ve mekândan münezzeh, ezeli ve ebedi olan yüce Allah’ın azamet ve haşmetini nasıl ihata etsin ve nasıl idrak edebilsin? Akıllar, ancak celâlini vasfetmekten aciz ve heybeti karşısında dehşet içinde kalır.
Haşmeti karşısında hayret ve haşyet duygularıyla dolan ve Celâlini vasfetmekteki acizliğini en iyi anlayan Efendimiz (SAV), Celâl sahibi Rabbini şöyle vasfeder:
“Yâ Men lehü’l-mülkü ve’l-celâl/Ey mülk ve celâlin, saltanat ve haşmetin gerçek sahibi
Yâ men hüve fî celâlihî ‘azîm /Ey celâlet ve celâdetinde azîm olan sonsuz büyüklüğünü gösteren Azîm
Yâ Men lâ tüdrikü’l-efhâmücelâleh/Ey celâl ve büyüklüğünü idrakte zihinler yetersiz kalan
Yâ Men lehûcelâlün lâ yükeyyef/Ey idrak ve akılla keyfiyetine varılamaz olan celâl ve yüceliğin sahibi
Yâ Men lâ tesıfü’l-xelâikucelâleh/Ey celâl ve kibriyasını bütün mevcudatın vasfedemediği” (Cevşenü’l Kebir)
Cenab-ı Hakk, celalini gösteren işlerle, ubudiyet için yarattığı kullarının dikkatli nazarlarını çekiyor. Kalbi ve aklı hayretler içinde kalan mütefekkir kul “Subhanallah” der, yani Rabbinin her türlü eksiklik ve noksanlıktan münezzeh olduğunu ifade eder. Subhanallah zikri, mana olarak Celâl sıfatını içine alır ve ona işaret eder.
Kul, en kapsamlı ibadet olan namazda rükû’ ile aczini izhar ederek hem fiilen hem de kavlen Rabbinin celalini ilan eder. Hayret ve haşyet duygularıyla secdeye kapanarak; Celâl sahibine karşı tezellülde olan bütün varlıkları bir anlamda temsil eder.
Duasında da “Yâ Ze’l-Celâli ve’l-İkrâm’ı sıkça tekrarlayın.” (Müsned, ıv, 177; Tirmizi, Da’avât) emrini dinler.
Nevin Yapıcıoğlu | Nisanur Dergisi | Ekim 2020 | 107. Sayı
Yorum yap