Aileyi ayakta tutan unsurlardan biri sadakat duygusudur. Bu duygu sayesinde eşler, kendilerini birbirlerine bağlı ve ait hissederler. Bununla birlikte içinde bulunduğumuz modern zamanda en fazla ortadan kaldırılmak istenen ve savaşılan duygulardan biridir.
Batıda, Fransız İnkılâbı ile birlikte kadının kocasına olan bağlılığı sorgulanmaya başlandı. O dönemlerde ortaya çıkan kadın hareketleri, kadın ve erkeğin aile olmasını, birbirlerine bağlanmasını eleştirdiler. Eğer aile olunacaksa da birbirlerinden bağımsız ve başkalarıyla da hayatları olmalıydı. Onlar için bu serbestlik, aile kavramını zamanla ortadan kaldıracaktı.
Batılı ülkelerde gelinen nokta tam da budur. Cumhuriyetle birlikte aile konularında izlenen Batı referanslı politikalar, gün geçtikçe aile bağlarını baltalıyor. Çalışma ortamlarının karma olması, sosyal medya ortamı, televizyon medyacılığının yayın anlayışı gibi unsurlar aile bağlarını olumsuz yönde etkiliyor.
Çalışma Ortamlarının Karma Olması
Kadının mahremiyetinin en fazla korunduğu yer kendi evidir. Kendisine tesettür emredilen kadın, sadece bedenini korumaktan mesul değil; kişisel özelliklerini, beğenilerini, zevklerini, kabiliyetlerini, mimiklerini, bakışlarını, inceliğini, letafetini, ziynetlerini de mahremi olmayan kimselerden korumakla mükelleftir. Bir kadının karma ortamlarda namahremlere karşı bu tür özelliklerini koruması son derece zordur. Bu yüzden çalışma ortamının şartları en elverişli şekilde değerlendirilmelidir.
Modernizm, kadınları alelade bir metaa dönüştürüyor. Bu durum kendisince kabul gören modern(!) kadın, yabancı erkek tarafından ilgi ve alaka görmek istiyor. Tavırlarını, konuşmalarını, giyim kuşamını bu hedef doğrultusunda belirliyor. İşte bu hedef üzere hareket eden her kadının, kocasıyla olan bağları zarar görüyor.
Son yıllarda yozlaşan başörtülü(!) kadınlarda da benzer durumları görebiliyoruz. Birçok başörtülü kadının da mahrem alanı olan evinden uzaklaşması; yozlaşmasına sebep oldu. Tesettüre uymayan örtüsüyle mahremiyetini/özelini koruyacağını zannetti. Fakat o da tesettürün amacından uzaklaşalı, kendine has özellikleri ve güzelliklerini deşifre eder oldu.
Hâlbuki Müslüman kadın önce çalışma ortamının kendine uygun olup olmadığını sorgulamalı, mahremiyetine zarar verebilecek ortamlara katılmamalı, önceliği Allah’ın koyduğu sınırlar olmalıdır. Ancak feminist anlayış, gün geçtikçe birçok başörtülü kadını da etkisi altına aldı. Artık onlar da ev, aile, mahremiyet, tesettür, sadakat, hayâ, edep merkezli düşünmek yerine; kariyer merkezli düşünebiliyor. Başörtüsüyle, erkeklerle bulunabileceği birçok alanı, kendisine mubah görebiliyor.
Mahremiyetin çalışma ortamlarında korunmayışı, yabancı erkek ve kadın arasında yakınlaşmalara, samimiyetlere sebep oluyor. Bu samimiyet ise aile hayatlarına ciddi bir sorun olarak yansıyor. Karşılıklı oluşan ilgi, yakınlık ve etkilenme evin içine de yansıyor.
Geçenlerde resmi bir dairede işlem yaparken personellerin konuşmalarına şahit oldum. İki erkek, iki bayan arasında özel/mahrem sayılacak bir diyalog vardı. Diyetten tutun da aile hayatlarına kadar birçok şeyi paylaşan bu dörtlüden biri de başörtülüydü. Kendi kendime ‘Bizler başörtü yasağını deldik ama mahremiyetimizi, yalnızca bir örtüyle koruyabileceğimiz anlayışına yenildik’ dedim.
Çalışma ortamlarında başörtüsüyle bulunmayı başarı saydık ama yabancı erkeklerle aramızdaki perdeyi kendi elimizle yırttık. Ortamla, şartlarla uyumlu hale geldik. Hâlbuki yıllarca tesettür mücadelesi, şartları değiştirmek için verilmişti. Tesettürle birçok özelliğimizi, özelimiz de koruyacaktık. Onu da küçük bir örtüye indirgeyince hem dışı (ziynet), hem de içi (mahremiyet) koruyamaz olduk.
Öyle umuyorum ki; çalışma ortamlarında bu diyalogları kuran insanlar, evlerine gidince daha kaliteli ilgiyi eşlerine de gösteriyorlardır. Yine iş arkadaşlarının sırları, sorunları ile alakadar olanlar, evdeki sorunlarla da muhataptırlar…
Namahremler arasında oluşan (mecburiyet haricindeki) diyalogda oluşması muhtemel olan nahoş hadiselere karşı Yüce Rabbimiz hicap ayeti ile (Ahzab:53) arada mesafe, sınır olması gerektiğini belirtmiştir. Zaruret gereği kurulan diyalogda dahi ağırbaşlılığın korunması, ses tonunun inceltilmemesi (Ahzab:32), bakışların düşürülmesi (Nur:30-31) emredilmiştir. İşte bunlar, kalbin kirlenmesine karşı alınabilecek önlemlerdir.
Birbirilerine yabancı olan kadın ve erkek, bu tedbirleri almadıklarında aile bağlarında çözülmelerin yaşanması, muhabbetin tükenmesi kaçınılmazdır. Aradaki perde kalktığında şeytan devreye girecek, günahı sevimli gösterecektir. Eşinde bulunan farklılıkları bir zenginlik değil; eksiklik olarak görebilecektir.
Sosyal Medya Ortamı
Sosyal medyada insanlar, hiç tanımadıkları kişileri tanıma ve yakınlaşma imkânı elde edebiliyorlar. Günaha götüren kapılar ardına kadar açık. Bu ortamlarda belki iyi niyetlerle oluşan diyaloglar, ileride samimi ilişkilere dönüşebiliyor. Karşılıklı ilgi ve merak, kapıları açıyor; perdeler yırtılabiliyor. Kişinin mahremi olmayan insanlarla sosyal medya ortamında yazışması, iyi niyetlerle dahi olsa ateşi avuçlamak gibidir. Bazı diyaloglara iş arkadaşı, din kardeşi, müşteri gibi masum gerekçeler üretilse de zaruret gereği olmayan veya haddini aşan her diyalog cehennem ateşi gibidir.
Evin mahremiyeti sosyal medya ortamında korunmalıdır. Özellikle bir kadın ev ortamını, ne pişirdiğini, ne yaptığını, tatilini paylaştıkça hiç tanımadığı insanları mahrem alanına dâhil etmiş oluyor. Birçok kadında ona karşı hem merak hem haset hem de özenti oluşabiliyor.
Bir avukat arkadaşım, aile içi geçimsizlikleri; en çok sosyal medyada çok mutlu aile tablosu oluşturan ve birçok özelini paylaşan kadınların yaşadığını söylüyordu. Dışarıya yansıttığı hayata özenenler, bakınca iç geçirenler ise kocasının kendisine bu imkânları tanımadığından yakınıyor, aile huzurunu kaçırıyor, eşiyle olan bağları zarar görüyor. Mahrem alanını insanlara açanlar ise çok mutsuz ve tatminsiz bir girdabın içerisinde bocalıyor.
“Mümin erkeklere söyle gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar (bakışlarını indirsinler), iffetlerini korusunlar.” (Nur:30) ayeti indiği zaman Hz. Ali, Allah Rasulü (SAV)’ne ansızın bakmanın hükmünü soruyor. Allah Rasulü (SAV) ise ikinci bakışın, bazı rivayetlerde uzun ve dikkatli bakışın yasaklandığını belirtiyor. (Ebu Davud, Nikâh)
İnsanın gördüğü şeyler onun içten dışa doğru duygu, düşünce ve eylemlerini etkilemiyorsa neden yasaklansın ki? Onun için sadece sokakta değil, sosyal medya ve televizyonda da harama bakmaktan kaçınmak, neyi izlediğimize dikkat etmek zorundayız. Paylaşılan videoyu açmak, rastgele açık saçık paylaşımları izlemek, birçok hayâsızca görüntüyle karşılaşmak hem imanı, hem de aile bağlarını zayıflatıyor.
Televizyon Dizileri
Televizyon dizilerinde aile kurumu küçümseniyor, eşler arası aldatmalar özendiriliyor. Ahlaksızlıklar; altın tepside sunulan hediyeler gibi zihinlere, kalplere oturtuluyor. Şeytanın aklına gelmeyecek vesveseler özellikle kadınlara veriliyor. Bu dizileri izleyen kadınlarda, kocalarını filmlerdeki erkekler gibi görme arzusu oluşuyor. Erkeklerin ise kadın konusundaki güzellik anlayışı değişiyor. Böylece eşlerin birbirlerine karşı beklentileri farklılaşıyor. Beklentileri karşılanmayan eşlerde bağlar zayıflıyor. Bir haber programı bile ahlaksızlığa özendirecek şekilde bilgilendirme yapabiliyor.
Birçok televizyon kanalı, toplumu bilgilendirme anlayışından çok; kötülüğü deşifre etme, meşrulaşmasına zemin hazırlama, kötülüğün yayılmasına katkıda bulunma hedefleri güdüyor. Algıları yönetiyor, toplumun nasıl düşünmesi isteniyorsa o şekilde bir bilgilendirme yapıyor. Onun için her kanalın haber programını izlemek bile çok sakıncalıdır. İzlenilen her şey içten dışa doğru hayatımızı etkiliyorsa, izlemeden önce durup bir düşünmek zorundayız.
Aynur Sülün | Nisanur Dergisi | Şubat 2020 | 99. Sayı
Yorum yap