RöportajŞükran KayaYazarlar

Eğitimci Dilek Çelenk ile özel röportaj

“Kadın Güçlü Olduğunu, İslam ile Öğrendi”

Kıymetli okurlarımız, bu ay sizler için eğitimci Dilek Çelenk Hanımefendi ile “İslam öncesi ve sonrası kadın” ekseninde röportaj yaptık.

Sünnetullahın gereği olarak her hali ile fıtrat çizgisinden sapmaya girmiş toplumlarda, imdad-ı ilahî’nin gelmeye başladığını belirten Dilek Hanım “İslam, bütün toplumlar/ırklar/bölgeler/zamanlar için kıyamete kadar hiç bir özelliğini kaybetmeden devam edeceği için, İslam’ın gelmesini gerektiren fıtrat çizgisinden sapma, dünyanın her yerinde vardı. Dolayısıyla İslam’ın gelişine az bir zaman kala, sadece kadın değil; insanlık hatta kâinat (insan eli ve fiiliyle) tam bir karanlıkta idi” sözleriyle İslam öncesi toplumun genel bir portresini çiziyor. Ve İslam’ın gelişi ile birlikte en önemli değişikliğin, kadının kendisinin Yaratıcısının gönderdiği elçiye iman etmesiyle ve yaptıklarının hesabını vermesi gerektiğini öğrenmesiyle, gücünü fark etmesi olduğunun altını çiziyor.

Sizleri röportajımızla baş başa bırakıyoruz…

“SADECE KADIN DEĞİL; KÂİNAT TAM BİR KARANLIKTA İDİ”

Hocam, İslam’dan önce Arap Yarımadası’nda kadının yeri ve konumu nasıldı?

Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillah vessalatu vesselamu ala Resûlillah.

İslam’dan önce, Arap Yarımadası’nda kadının yeri ve konumu ile ilgili verilecek bilgiyi oturtabilmek için, o zaman diliminde genel olarak dünyada insanlık nasıldı? Bunun kısa da olsa bilmek gerekir.

Sünnetullahın gereği olarak toplum her hali ile fıtrat çizgisinden sapmaya girmiş, insanlık unutulmuş, zulmün karanlığı her tarafı kuşatmış “Allah’ım bir kurtarıcı yok mu?” diye feryatlar yükselmeye başlamışsa imdad-ı ilahî gelmeye başlar. Daha önceki dinler belli bir topluma/ırka/bölgeye/zamana mahsus olarak geldiği için bu sapmanın olduğu topluma peygamber gönderilirdi. Ama İslam, bütün toplumlar/ırklar/bölgeler/zamanlar için kıyamete kadar hiç bir özelliğini kaybetmeden devam edeceği için, İslam’ın gelmesini gerektiren fıtrat çizgisinden sapma, dünyanın her yerinde vardı. Dolayısıyla İslam’ın gelişine az bir zaman kala, sadece kadın değil; insanlık, hatta kâinat (insan eli ve fiiliyle) tam bir karanlıkta idi.

Arap Yarımadası’nda ise her yerde olduğu gibi elbette zulüm görüyordu. O toplumun yaşam tarzı olan kabileciliğe dayalı sosyal yapı, göçebeliğe dayalı yaşam ve geçim tarzında kadın savaşçı değil, ganimet getirmiyor, maddi bir kazanç sağlamıyor. Bu yüzden mirasçı olamıyor, maddi bir paya sahip olamıyor.

Ama Kur’an-ı Kerim’in Tekasür Suresi’nde “Çokluk yarışı sizi helak etti” diye buyurduğu ve siyer kaynaklarının aktardığı bilgilere bakılırsa; o toplumda kadının değeri doğurganlığı ile ölçülüyor. Özellikle de kabilesini, diğer kabilelere karşı koruyacak, savunacak savaşçı erkek çocuk doğuruyorsa; bu kadın değerlidir.

Bunun bazı örnekleri verilecek olursa; İslam’ın ilk kadın ferdi, hanımefendisi, mü’minlerin annesi, Resulullah’ın ilk gözdesi Hz. Hatice bint Huveylid’in cahiliyyedeki statüsü bunu gösteriyor. Yaptığı ilk evliliğinden oğlu vardı, malı vardı ve o günün şartlarında Mekke site devletinde ithalat – ihracat yapıyor, gerek toplumdaki saygınlığı, gerekse tüccarlar arasındaki konumu gıpta edilecek bir seviyededir. Ayrıca zekâsı ve bilgisi de önemli olmalı ki; ilk vahyi alan eşi, Allah’ın Peygamberi, güvenilir bir sığınak olarak ona gelip halini arz etmiş, o da, Resulullah’ın kalbinden sıkıntıları alıp götürecek kadar etkili bir duruş sergilemiştir.

Resulullah (SAV)’ın halalarının Ona (AS) olan desteklerine (iman eden Hz. Safiyye ile iman etmeyen Atike, Erva gibi) bakılırsa; kadınların görüşü dikkate alınıyor, fikirleri etkiliyordu. Özellikle şiirleri, mersiyeleri meşhurdur; daha sonra İslam’la şereflenecek olan Hansa’nın, öldürülen kardeşi Sahr için söylediği mersiyeler panayırlarda yapılan şiir yarışmalarında dereceye giriyordu.

İslam’dan önce kadının değerini gösteren başka örnekler ise; Ebu Süfyan’ın karısı Hind bint Utbe ile Ebu Leheb’in karısı Ummu Cemil’in İslam’ın ilk yıllarında, İslam’a ve onu getiren Resulullah’a karşı tavırlarında gizlidir. Şayet bu kadınların toplumda hiç bir değerleri olmasaydı, İslam’a karşı başlatılan savaşta bu kadar etkili olmazlardı.

Özetle, bütün insanlık karanlık bir dönemde iken kadın, yaratılışındaki zayıflığının da etkisi ile elbette ki zulüm görüyordu, itilip kakılıyordu. İnsanoğlunun fıtrattan saptığını en iyi bilen Cenab-ı Hak, Tekvîr Suresi’nde “Diri diri gömülen kız çocuğuna, hangi günahtan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman”, Nahl Sûresi’nde: “Onlar –hâşâ- ‘Kızlar Allah’ındır’ diyorlar. Akıllarınca beğendikleri de (erkek çocuk) kendilerinin oluyor! Onlardan birine kız müjdelendiğinde, öfkeden yüzü simsiyah kesilir. Verilen müjdenin ağırlığından dolayı halktan gizlenir. Böyle alçaltıcı duruma rağmen onu yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Görün işte ne kötü yargıda bulunuyorlar!” buyurarak, kız evladına bakışlarını en beliğ biçimde özetliyor. Nur Suresi’nde ise “Geçmişte olanlar hariç, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir edepsizliktir,  iğrenç bir şey ve kötü bir yoldur” buyurarak da başka bir grup kadına olan muamelelerini özetliyor.

“KADIN GÜÇLÜ OLDUĞUNU, İSLAM İLE ÖĞRENDİ”

Peki,  İslam’ın gelişi ile birlikte ne gibi değişiklikler oldu?

İslam’ın gelişi ile birlikte gelen en önemli değişiklik, kadının kendisi Yaratıcısının gönderdiği elçiye iman etmekle, korkulacak ve önünde eğilecek tek varlığın Rabbi olduğunu, kendisine eziyet eden, baskı yapan erkeğin de Yaratıcının karşısında kendisi gibi sorumlu olduğunu, yaptıklarının hesabını vermesi gerektiğini öğrendiği için güçlü olduğunu fark etti. Bunun örnekleri çok fazla…

Hz. Ömer’in kız kardeşi Fatıma bint Hattab’ın imanını ağabeyinin yüzüne haykırarak “İstersen öldür, imanımızdan vazgeçmeyiz” sözü ile onun kalbinin İslam’a karşı yumuşamasına sebep olması… Eşi ve çocuklarıyla beraber imanından dolayı eziyet gören, Ammar’ın annesi Sümeyye’nin zalim Ebu Cehil’den korkmadan, elleri – ayakları bağlı olduğu halde sert sözlerle cevap vermesi… Habeşistan’a hicret kararı alan eşleri ile beraber hicret eden hanımlardan Hz. Cafer’in karısı Esma bint Umeys, Ebu Süfyan’ın kızı Ummu Habibe (Remle), Ebu Cehil’in yeğeni Ummu Seleme (Hind) bunlar gibi daha kaç tane ilk sahabe hanım kahramanlıklarının imanlarıyla ortaya çıktığını kendileri de gördü, topluma da ispatladılar.

“İSLAM KİŞİYİ KENDİ NEFSİNİN ŞERRİNDEN DE KORUMA ALTINA ALDI”

Bunlar bir nevi başlangıç mesabesinde –ve gayet de güzel- olmuş. Ya İslam gelip yerleştikten sonra durum nasıl oldu? 

“Medine İslam Devleti’nde kadının durumu nasıldı?” desek daha yerinde olacağını sanıyorum. Çünkü Mekke Dönemi’nde ancak Tevhid mücadelesi var, henüz ahkâm ayetleri (namaz ve zekât hariç) yok. Dolayısıyla “Haydi siz kadınlar da şunu yapın veya şunu yapmayın” veya “Ey erkekler! Kadınlara şöyle davranın/şöyle davranmayın” tarzında bir yükümlülük olmayınca, İslam’dan önceki kadın ile İslam’ın birinci merhalesinin kadını arasında tek fark; iman ve imanın verdiği cesarettir.

Medine İslam Devleti’nde her fert Allah katında da değerli olduğunu, toplumda da değerli olduğunu biliyor. Çünkü İslam, sadece ötekine yapılan hareketi hükme bağlamıyor aynı zaman da kişinin kendisine yaptığı davranışını da hükme bağlıyor. Allah’ın dini (hangi dönemde olursa olsun, bütün semavî dinler) beş esası korumak için var: İnanç, akıl, can, nesil ve mal.

İnanç için tevhid; akıl için akla zarar verecek içki, uyuşturucu, aşırı öfke gibi hususlarla ilgili hükümler; can için kan dökme, dövme, yaralama, öldürme ile ilgili hükümler; nesil için zina, evlatlık edinmeme, nikâhın şartları gibi hükümler; son olarak da mal için faiz, gasp, hırsızlık, yasak satış şekilleri gibi hususlarla ilgili hükümler koymuştur. Bütün hak dinlerin özü budur. İslam da bu hükümleri koyarak kişiyi sadece ötekinin zararlı etkisinden koruma altına almadı, bilakis kişiyi kendi nefsinin şerrinden de koruma altına aldı.

Birçok ayette “Kendinize zulmetmeyin, haddi aşmayın, kendinizi bile bile tehlikeye atmayın” gibi ifadelerle korumaya aldı. Hal böyle olunca bu kadar şümullü gelen ilahî kanunlar, elbette insanlığın terbiyecisi olan kadının değerini de, insanlığa en güzel şekilde öğretti. Öyle ki; İslam’da, kadınlarla ilgili başka hiçbir hüküm bulunmasaydı ve sadece Hz. Resulullah’ın “Cennet annelerin ayakları altındadır” fermanı bulunsaydı, bu bile yeterdi. Çünkü yeryüzüne annesiz gelen tek insan hatta belki tek varlık Hz. Âdem’dir –ki o da topraktan yaratıldığı için insan ölüsü toprağa gömülerek anasının koynuna girmiş oluyor- . Onun dışında herkesin annesine göstereceği saygı ile Allah’ın rızası kazanılırken aynı zamanda kadın değer görmüş oluyor. Ama Cenab-ı Hak Teâlâ, buna ilaveten kadınlarla ilgili hükümleri, kadın isimleriyle (Nisa, Meryem, Mücadele) hudutlarını kitabında belirledi. Ayrıca Sevgili Peygamberi (AS)’ne hitab ederek de kadınlarla ilgili başka hükümler indirdi (Mümtehine Suresi, Hucûrat Suresi).

“İSLAM KADINI, ERKEĞİNİN VE EVİNİN KRALİÇESİ YAPTI”

Kitabullah’ın yanında, Resulullah (SAV) da umum ümmete yaptığı hitaptan munfasıl olarak kadınlara özel hitap edip sorularını cevaplayarak, onların değerini gösteren hükümler beyan etmiştir. Buna ve diğer hükümlere işareten Kur’an “Peygamber, size neyi verdiyse alın; size neyi yasakladıysa uzak durun” buyurarak ümmete nasıl hareket edeceğini öğretti.

Kadınlara mahsus olarak gelen ahkâm ayetlerinin hepsi de kadını korumak içindir, başkalarının sandığı gibi sınırlayıcı, mahrum bırakıcı hükümler değil. Çocuğunu emzirmeyi dahi, doğum yapan anneye farz kılmamış, bir sebeple emziremeyecek olursa sorumlu tutmamıştır. Kadına, evliliğinde söz hakkı vermiş, rızasının olmadığı nikâhı batıl kabul etmiş, kadına mülkiyet hakkı vermiş, erkeklere hitaben bu konu ile ilgili olarak Nisa Suresi’nde “Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değil” buyurarak kadının malının rızası dışında, zorla elinden alınmasını haram kılmıştır.

Bütün ibadetlerde kadın ile erkeği aynı seviyede mükellef kılmıştır: Namaz, oruç, zekât, hac, sosyal ilişkilere dayalı haklar; anne – baba, akraba, komşu hakları gibi ibadetlerin tamamında eşit olarak mükellef tutmuş ancak ibadetlerin edasında (kadına koruyucu ve gerekli bazı) şekli farklar koymuştur; örtünün boyutları, yolculuklarda mahrem şartı gibi…

Mükellefiyete ilave olarak kadınların maslahatı olan bazı durumlarda, erkeğe bazı sorumluluklar da yükledi. Ailesinin nafakasını kazanma, aile efradını, özellikle kadınlarını (annesi, eşi, kızı, kız kardeşi, halası, teyzesi, yeğeni vb.) korumayı ve savunmayı emretti.

Toparlayacak olursak; İslam’ın getirdiği hükümler kadını, erkeğinin ve evinin kraliçesi yaptı. onu her olumsuzlukta azarlanan ve hatta uğursuzluğun kaynağı sayılan bir durumdan alıp, Rabbinin buyruklarına uyması şartıyla cennet hanımefendisi yaptı.

“KADINLAR DA, ERKEKLER KONUSUNDA ALLAH’TAN KORKMALI”

Aynen öyle oldu, elhamdulillah. Hocam peki, Hz. Peygamberin hayatına baktığımızda eşleri ile ön plana çıkan aynı zamanda günümüz toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu husus nedir sizce?

Resulullah (SAV)’ın eşleriyle olan münasebetlerine, hatta gerek ailesinin diğer hanımları olsun gerekse ümmetin hanımlarıyla olan ilişkisinde en ön plana çıkan ve günümüz Müslüman erkeklerin de ihtiyacının olduğu özellik; nezakettir! Maalesef günümüzde, özellikle Türkiye’de erkeklerin büyük çoğunluğu, kadınlara karşı çok kabalar. Hatta yabancı bir kadına karşı şeytana kapı aralamamak için ciddi olması gerektiği bilgisini, kaba davranış olarak sergilerken; içinden bunun Allah’ın emri olduğunu sanarak ibadet sevabı bekleyeni bile vardır! Unutmamalılar ki; Resulullah (AS), kul olarak Allah’tan en çok korkan, O’nun emir ve yasaklarına en titizce riayet eden olmasına rağmen, Müslümanların yıllık toplantısı olan Hac’da Arafat’tan Müzdelife’ye, Mina’ya iniş sırasında, kadın kafilesi olan develeri komuta ederken, güzel sesiyle söylediği şarkılarla develer coşup koşmaya yakın hızla yol aldıkları için üzerlerindeki kadınları hırpalamasın diye azatlı kölesi Enceşe’yi “Kristallere rıfk ile davran ey Enceşe” buyurarak uyardı. Özellikle bu olayda çıkarılacak dersler var.

1- Hac yolunda hem de bütün günahların affedileceğinin va’dedildiği Arafat’tan inerken Enceşe şarkı söylüyor (sözleri sakıncalı değil, enstrüman da yok) ve Resulullah (AS) onu kınamıyor, ona kızmıyor.
2- Kadın kafilesi olan develeri erkek yönlendiriyor.
3- O kadar ibadet ve yol yorgunluğuna rağmen Resulullah Efendimiz kadınları ihmal etmiyor.
4- Kadınların nazikliğini ve zayıflığını, kırılganlığı ile bilinen kristallere benzeterek, incitilmemeleri gerektiğini bildiriyor. Eşlerinden biri bir sebeple ağlayacak olursa, mübarek elleriyle gözyaşlarını silerek onu teselli ederdi ve hiçbir zaman “Ne nazlanıyorsun, seninle mi uğraşacağım” demedi!

Ayrıca önemli işlerde hatta ümmeti ilgilendiren kararlarda eşleriyle istişare yaparak; kadın aklının, erkek aklından eksik olmadığını gösteriyor. Bunların dışında, her konuda kadına değer verdiğini ve onlara karşı gerçek bir merhamet ile nezaketini ve dahi hassasiyetini gösteren nice örnekler.

Vefatına yakın zamanda buyurdu ki: “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi (yani Allah, sevdirdi; çünkü Allah bu üç şeye değer veriyor!): Gözümün nuru namaz, güzel koku ve kadın (varlık olarak kadın, şehvet kaynağı değil).” Gene vefatından önce buyurdu ki: “Allah’ım, ben iki zayıfın hakkından sana sığınırım; kadın ve çocuk.”

Bütün bunlar, kadınları şımartmak, tepeye çıkarmak için değil. Kadınlar da, erkekler konusunda Allah’tan korkmalı, dünyanın boş, ömrün kısa, yapılan tüm amellerin olumlu – olumsuz yazıldığını unutmamalı. İnsanlığı oluşturan bu iki unsur birbirini destekleyerek; Allah’ın rızasını kazanmayı hedef ve gaye edinmeli.

“Mü’min erkeklerle mü’min kadınlar birbirinin dostudurlar; birbirlerine iyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah bunlara merhamet edecektir. Allah azizdir, Hakimdir.” (Tevbe / 71)

“İNSANLIĞI KULLUK BOYUTUNA TAŞIYABİLMENİN TEMELİ EĞİTİMDEN GEÇER” 

Rabbimizin ‘en güzel örnek’ olarak nitelendirdiği Efendimiz (SAV)’in ahlakını çocuklarına aksettirme noktasında ebeveynlere bilhassa annelere neler tavsiye edersiniz?

Varlık gayemiz kulluk olduğu için, insanlığı kulluk boyutuna taşıyabilmenin temeli eğitimden geçer. Eğitimde de en etkili yöntem; rol model edinme yani kulluğu canlı olarak uygulayan birini rehber edinmektir. Bunu en güzel yapan da tartışmasız Allah’ın Peygamberi (SAV)’dir. Kişinin önce niyetinin salih olması lazım sonra bilgisinin doğru olması lazım, sonra da imkân ölçüsünde en iyisini yapmaya çalışması lazım. Bütün bunları siyer okuyarak, çocukların sordukları sorulara, Resulullah’ın hayatından örneklerle cevap vererek; “O böyle yapardı, söylerdi” şeklinde, pekâlâ yapabiliriz.

Çocuk eğitiminde bilhassa şu hadis-i şerif rehber edinilmeli: “Çocukla yedi yıl oyna, yedi yıl onu eğit ve yedi yıl arkadaşlık et.” Bazı kaynaklar bunun Hz. Ömer’in sözü olduğunu da söylüyor. Kaynağı her kimse, bu söz eğitimde, zamanlama olarak esastır. Bütün bunlar yapılırken sevgi hissettirilerek yapılırsa; Rabbimiz bereketini, meyvesini verecektir. Anneler ekstradan sevgi eklemeli.

Güzide bir katık, hiç şüphesiz! Son olarak, unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Elbette… Bir Kurban Bayramı öncesinde Suudi bir arkadaşımın bana gerçekten pahalı bir hediye vererek: “Sen ilim tahsili uğruna aileni, vatanını, sevdiklerini bırakıp buraya geldin, bu bile sana azdır. Size her hizmeti yapmamız gerekiyor” demesinden nefsim hoşlanırken, imanım tahsilini yapmakta olduğum ilme layık olmam gerektiğini haykırdı. O an omuzlarıma ağır bir yükün bindiğini hissettim… Arkadaşımın ne kadar ihlaslı olduğunu düşündüm… Rabbimin bana maddi-manevi sayılamayacak kadar çok ikramlarda bulunduğunun minnetini yaşadım.

Rabbim o ve diğer tüm arkadaş ve dostlarımdan razı olsun, şu kelimeleri dahi onların da mizanına koysun (âmin).

Âmin. Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz…

Ben teşekkür ederim. Muvaffakiyetler diliyorum…

Röportaj: Şükran Kaya | Nisanur Dergisi – Eylül 2016 (58. Sayı)

[ap_tagline_box tag_box_style=”ap-all-border-box”]Dilek Çelenk Kimdir?
1971’de Kars`ta doğdu. 1989’da Kars İmam Hatip Lisesi`ni bitirdi. Aynı yıl Anadolu Üniv. Fen- Edeb. Fak. Tarih Bölümüne girdi. 1991’de evlenip Riyad`a gitti. Prenses Nura bint Abdurrahman Al-i Suud Üniversitesi’nde 2 yıl Arapça dil hazırlık + 4 yıl Dirasatül İslamiyye okudu. 2007’nin sonunda Türkiye`ye döndü. İst. Üniversitesi Tarih Bölümü’nde siyer alanında “Hz. Peygamber`in Mekke Döneminde Karşılaştığı Sıkıntılar” adlı teziyle yüksek lisans yaptı. O zamandan beri; 2 yıl radyo programcılığı ile beraber, Kur`an kursu, Arapça dersleri, Siyer dersleri gibi tebliğ hedefli dersler veriyor. Arapça, İngilizce ve Kürtçe biliyor. Evli ve dört çocuk annesi olan Dilek Hanım’ın en önemli uğraşı kendi deyimi ile “Mescid-i Aksa`nın korunması ve hürriyeti için gayret etmektir.”[/ap_tagline_box]

Yorum yap