2019Aynur SülünDosyaPopüler Kültürün YansımalarıYazarlar

Çılgınlar Gibi Tüketiyoruz

Batı, Osmanlı’nın yenilmesiyle birlikte İslam toplumlarına; haz, çıkar ve menfaat üzerine oturttuğu ideolojilerini tatlı ambalajlar içerisinde sunmaya başladı. Kendilerini çağdaşlığın zirvesinde görüp üstünlük iddiasında bulunan Batılı ülkeler; ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda İslam ülkelerini tahakkümleri altına almayı başardılar. Batılılar işgal ettikleri İslam toplumlarının sadece maddi kaynaklarını sömürmeyecek, onların tüm değerlerini değiştirecek, geçmişle olan bağlarını koparacak, kendi yaşam tarzlarını hakim kılacaklardı. Yani zihinler de mideler de tıpkı topraklar gibi işgal edilecekti. İslam toplumları Batı için hem üretimde gerekli olan hammadde, hem de ürettiklerini satacağı pazardı.

O zamandan beridir, tüm insanlığın kültür, anlayış ve yaşam şekilleri Amerikalaşıyor. Amerika tüm insanlığı kayıtsız şartsız kendi kültürünü (!) taklid etmeye zorluyor. Özelde İslam ülkelerine ve genelde tüm insanlığa Firavun-i bir mantıkla yaklaşıyor. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” mantığı… Yani sizi istediğim gibi şekillendireceğim… Gücü kutsayan bu anlayış, güçsüz olanın tüm haklarını gasp etme, ona merhamet etmeme hakkını kendinde görmeyi doğuruyor. Tıpkı Neitzshe’nin dediği gibi … “Güçsüze acımayacaksın, bir tekme de sen vuracaksın. Acımak, merhamet etmek ahmaklıktır” diyordu Neitzshe. Bunu söyleyen Neitzshe bir at beygirini sahibinin kırbaçlarından kurtarmaya çalıştığı için aldığı darbe ile can verdi. Merhametin ne kadar aptalca bir şey olduğunu iddia eden bu filozof bir gün bu uğurda öleceğini biliyor muydu? Acaba onun fikirlerini takip ettiği için yeryüzünü kana bulayan Batı da bir gün fıtratın sesini işitir mi?

Neitzshe gibi filozofların düşünceleri üzerine bina edilen Batılı anlayış güçlendikçe insanlığı tahakkümü altına aldı. İnsanlıktan çalıp çırptıklarıyla dünya servetinin büyük bir kısmına sahip oldu. Menfaate dayalı kapitalist anlayış bugün dünyadaki krizlerin ana sebebi. Dünya, nüfusunun 10 katını daha besleyecek bir üretim yapıyor. Fakat insanların 3’te ikisi açlıkla boğuşuyor. Açlık ve çıplaklıkla. Kapitalist sistem insanların ihtiyacı kadar üretmiyor. Medya aracılığı ile ürünlerini insanlara pazarlıyor. İnsanların satın alma güdüsünü harekete geçiriyor, iştahları kabartıyor. Bunu duyguları kontrol altına alarak yapıyor. Duygular insana hakim oldu mu aklı perdeler, insanı sağır ve kör eder. Kapitalist sistemin istediği, pazarladığı ürünleri insanın hiç düşünmeden, ölçüp tartmadan direk duygularının etkisiyle almasıdır. Reklamlarda çoğu kez “Son fırsat, elinizden kaçtı kaçacak, sezon indirimi” gibi ifadeler kullanılır. İnsanı korkutur, endişe yükler. Kendisine sunulan son fırsattır. Bir daha eline geçmeyebilir. Korku duygusu muhakeme etmenin, sağlıklı bir karar vermenin önüne geçer. Birçok madde aslında ihtiyaç olmadığı halde, bir gün lazım olur diye alınır, eve stoklanır. Ya da yedekleri alınır. Eğer yırtılırsa ya da kırılırsa elinde yedeğin olması lazımdır. Sanki olmasa dünyanın sonuymuş gibi insana kaygı yüklenir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Şeytan sizi açlıkla korkutuyor.” buyuruyor. Yani şeytan korku duygusu ile sizi kandırıyor. Malın bir emanet olduğunu, sahibinin ise Allah olduğunu, korku duygusunu devreye katarak unutturuyor. Unutan insan çabuk aldanıyor. Ne için yaşadığını, nerden gelip nereye gittiğini, tüm elindekilerin sahibinin kim olduğunu unutan insan şeytanın en çok gafil avladığı insan tipidir. Onun için Yüce Allah insana hatırlaması için günde 5 vakit namazı zorunlu kılıyor. İlimle meşgul olmasını emrediyor ki şeytana gafil avlanmasın. İnsan, nisyanla aynı kökten gelir. Unutmak insanın özünde vardır. Onun için devamlı tekrarın yapılması gerekir ki insanın bilinçaltındaki bilgiler devamlı bilinç üstünde yer alsın, ona yön versin. İslam’da iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak da bunun içindir. Bu görev Müslümana karşı da Müslüman olmayana karşı da yapılmalıdır ki insana hatırlatma olsun.

Şeytanın yeryüzündeki temsilciliğini üstlenen Kapitalist sistem ürettiği yiyecek ve içecekleri pazarlamak için uzmanları devreye katıyor. Uzmanlar aracılığı ile neyi, nasıl tüketeceğimiz belirleniyor. Uzmanlar hayatımıza her yönü ile şekil veriyor. Halbuki özgürlüğün en fazla konuşulduğu bir dönemde hayatımız adeta uzmanların kontrolü altında yürüyor. Neyi ne kadar tüketeceğimizi, neyin sağlıklı, neyin sağlıksız olduğunu onlar belirliyor. Sürekli nasıl besleneceğimiz konusunda uzman fikirler internet ortamında konuşuluyor. Çocuklarda zekayı geliştiren yiyecekler, yaşlılığı geciktiren yiyecekler, insandaki toksitleri atacak içecekler, vücuttaki sarkmaları engelleyecek, unutkanlığı önleyecek… derken yeme içme kültürü başlı başına bir sömürü düzenine hizmet ediyor. Ramazanda sindirimi kolaylaştıran içecekler konuşuluyor. Halbuki tek çözümü Yüce dinimiz belirlemiş ‘az yemek, az içmek’. Sanki insan dünyaya sadece yemek-içmek için gelmiş gibi asıl gayesinden uzaklaştırılıyor. Tabi yiyecek ve içecekler pazarlanırken insanı bekleyen tehlikelerin çanları çalınıyor “Size sunduğumuz yiyecek ve içecekleri tüketmez iseniz şu sonuçlar sizi bekliyor.” İnsanın korku duygusu kontrol altına alınıyor. İnsanlar yaşlanmaya karşı korkutuluyor, sanki çok kötü bir dönemmiş gibi algılar yönlendiriliyor. Orta yaş insanına yaşlılığın gelmesini geciktirmek için birçok ilaç, krem, yeme, içme kültürü pazarlanıyor.

Ailelerde şimdi matematik hastalığı başlamış. Çocuğunun matematiği çok iyi olmayan anne babalarda tedirginlik oluşturuluyor. Eğer bu dersi yüksek değilse geleceği parlak olmayan çocuğa endişe ile bakılıyor. Sanki dermansız bir derde yakalanmış gibi. Uzmanlar tarafından çözüm olarak sunulan yiyecek ve içeceklere bakılıyor. Çocuğa takviye yapılıyor. Bazı uzamanlar dikkat eksikliğine yoruyor ve ilaç pazarlıyor… Olmadı bir psikiyatriye gitmesi tavsiye ediliyor. Kazanan yine ilaç sektörleri oluyor. İşte tüm bu düzeneği kuran aktörler sadece ürettiklerini pazarlamak için her türlü dalavereyi, hileyi, yalanı kullanarak hedeflerine ulaşıyor. Ortaya çıkan sonuç ise yediğinden tat alamayan, tatminsiz, doyumsuz, şükürsüz bir insanlık. Üstelik Allah’ın verdiklerini göremeyecek kadar kör bir nesil. Yüce Peygamberimiz bizleri uyarıyor “İnsan bir düşmanına iyilik yaparsa belki onu kazanabilir. Fakat nefis öyle bir düşmandır ki istediğini verdikçe düşmanlığı artar.” Asıl cihad nefisle yapılandır. Zaman olarak içinde belki de en fazla nefsin yeme içme, eşya, şehvet konusunda tahrik edildiği bir dönemden geçiyoruz. En fazla yiyecek ve içeceğin tüketildiği bir zaman diliminde yaşıyoruz, fakat bir o kadar da hastalık çeşitleri ve ahlaksızlık artıyor. Ortaya çıkan sonuç aslında düzenin hayrımıza dönmediğini açıklamaya yetiyor.

Küresel medya aracılığıyla neyin, nasıl, ne kadar tüketileceği tüm dünyaya pazarlanıyor. Kazanan ise yeryüzünü kana bulayan, göçlere, gözyaşlarına sebebiyet veren zalim düzen. Afrika’da küçük çocukları köleler gibi 1 dolar karşılığında ayakkabısız 12 saat çalıştıran, oturmalarına, dinlenmelerine bile izin vermeyen, onların madenlerini sömüren, onları açlığa ve susuzluğa mahkûm eden düzen… İşte bu acımasız düzen üretim fazlasını, piyasa fiyatını düşürmemek için denize döküyor. ABD pazara sunduğu sütün ve buğdayın fazlasını denize döküyor. Bazı ürünleri ise piyasa fiyatını artırmak için stokluyor. En fazla ihtiyaç olunduğu bir zamanda pazara sürüyor. Böyle bir düzenin çarkını yine bizler tüketerek döndürüyoruz. Aslında tüketerek tükeniyoruz. Bitiyoruz, insani yönümüz, merhametimiz, acıma hissimiz de birlikte tükeniyor. Tene yatırım yaptıkça ruhumuzdan uzaklara savruluyoruz. İbadetlerden tat alamıyoruz. Çünkü nefsin üzerimizdeki tahakkümü artıyor. Üstelik nefis kınanması, mücadele edilmesi gereken bir düşmanken… Çocuğumuzun sağlığı, kendi sağlığımız derken yediklerimiz bizi daha fazla hasta ediyor. Halbuki sağlıklı olan az yemektir. İmam Şafii iki öğünden fazla yiyenin kendisini helak ettiğini söylüyor. Yine İbn-i Sina’nın tedavi yöntemi; az yeme, bazı yiyecek çeşitlerini terk etme üzerinedir. Özellikle birçok çeşidi bir arada yemek hastalıkların ana kaynağıdır. Sağlık için tek çeşit tüketmek gereklidir. Bir hayvansal gıdanın yanına ikinci bir hayvansal gıda zararlıdır, israftır. Hayvansalın yanına eklenecek şey sebzedir. Allah Resulü (SAV)’nün beslenme şekli bizim için sağlıklı yaşamanın ve israftan kaçınmanın ölçüsüdür. İsraf yalnızca dökmek değil, her şeyin fazlasını elde etmektir. Az olana kanaat etmemektir. Alimler ilim öğrenmenin ilk şartının az yemek olduğunu belirtirler. Aslında tok olmak, abur cubur yemek, çok çeşit yemek zekanın önünde engeldir. Çocuğunun zekasını, sağlığını ve ahlakını düşünen annelere tavsiyemiz çocuklarının hayatından abur cubur yiyecekleri çıkartmaları, onları tek çeşide ve evde yaptıkları yemeklere alıştırmalarıdır. Çocuklara her istediklerini almamaları, açların ve yoksulların hayatta kalma mücadelelerini devamlı onlara hatırlatmaları ve onları infak etmeye alıştırmalarıdır.

Aynur Sülün | Nisanur Dergisi | Mayıs 2019 | 90. Sayı

Yorum yap