Tiz bir melodi
İlişir ruh teline
Sızlatır ve yakar
Dokunamadığı
İyileştiremediği
Her gönül için
Islanır kirpikler…
Masum bir çocuk
Bakışıyla
Süzer dünyayı
Kimsesiz ve yoksul
Hislerle sığınmak istercesine…
Ah çekilen her nidada
Ölüm ıssızlığı oturur
Apayrı dünyasına
Yüreğini zulümat kaplarken
Bir yokluk şarkısı başlar;
Ve sanki binlerce avare ses
İlişir beyninin en ücra köşelerine
Karıncalar gezinir hızlıca
Adımlarının sesi,
Neden bu kadar yüksek desibel?
Ve yaprak hiç bu kadar
Rahatsız edici düşmemişti
Sanki balyoz gibi
Her şey neden çok sesli?
Susun!
Sussunlar!
Ve neden minicik şeyler
Kocaman ve çok ağır?
Sıkışmakta idi ruhu hayal dünyasında
Ya da paralel bir âlemde…
Neresi burası?
Çıkamıyordu
İşin içinden
-Bilemeyeceksin!
Dedi iç sesi
-Öğrenmediklerini…
Huzursuz bir ses yankılanıyordu
İçinden
Ama uyuyor muyum ki?
Derken kendi sesiyle irkildi
Deliriyor olmalıydı
Yüksek sesler karmaşık hisler…
Karışık bir kocaman dünya
Çaresiz bir insan
Hiç bir şey yolunda gitmiyordu.
Neden zaman alarm çalar iken
Herkes ıslık çalıyor zannedip eğleniyordu.
Kafasını sallarken yorulduğunu hissetti.
Yüce Allah’ım
Bu nasıl bir imtihan?
Seni tanıyor ve seviyorum
Yoksa öyle mi sanıyorum?
Ama neden acı çekiyorum
Herhangi bir zalim gibi?
Kendine yakıştıramadığı halde
Sanki cuk oturmuştu üstüne
Garip bir şekilde
Tatmin hissediyordu
Kendine bulduğu mahlastan…
Ve dizlerinin üzerine çöküyor bedeni
Ağır aksak gayri ihtiyari
Secde edercesine…
Belki geceler
Belki aylar
Belki seneler
Bi an hakikaten zaman mefhumunu yitirdi…
İnsanoğlu hakikaten zalim idi en çok da kendine…
Algıları açılıyordu dimağı yenilenirken
Dilinden dua çıkınca
Ab-ı hayat fışkırıyordu sanki nazarında
Toprak yeşilleniyordu adeta hayalinde
Sonra secdede buldu ruhunun alnını
Kifayetsiz kaldı tüm fâni manalar
Diline dizilirken ilahi maniler…
Kendi nazarında dahi küçülmüştü
Burnu yere değerken
Ama bir huşu vardı ki,
Kaf dağından ötelerde
Hürriyeti kanadında taşıyan
Kuşlar misali
Huzur taşıyan…
Öyle bir tat vardı ki,
Çocuk eline verilen
Pamuk şeker gibi
Uçurtma gibi
Anlatılması güç
Bir yığın his gibi
Tatlı ve serin hissediyordu..
Alnı toprakta
Kirlenmiş (!) uzuvlarının aksine
Pak ve tertemizdi kalbi
Ve tüyden hafif bir his ruhunu okşuyordu
Sanki dünyanın tüm yükü inmişti üzerinden
Herkes durmuştu.
Tüm ağırlık birimler
İflas etmişti…
Ve
Sükût…
Bu denli keyif kokarken
(Bayram şenliğine sahip çocuk gibi)
Ya alnının değdiği
Bir avuç toprak
Bu kadar rahatlatır
Huzur verir miydi?
(Şehitlik mertebesine yükselen bahtiyar gibi)
Sustu…
Sonsuz âleme değin susmak istercesine.
Kana kana içmek
Doymak hissi olmaksızın
Sustu…
Ruhundaki tiz melodi
Beynini çıldırtan desibel sıfıra indi.
Uyuyarak ölüm kokan genelin aksine,
Uyanıklık farkındalığı ile tanıştı
Henüz anlamlandıramamışsa da
Gözleriyle lezzet alıyormuş gibi görüyor idi.
Yüreğindeki zulümat kalkmış
Güneş hücrelerine doğmuş gibi
Canlı ve yaşıyor hissetti kendini.
Tebessüm ederken minik kalbi,
Dudağının kenarı çukurlaşmıştı
Meleklerin inzivasıyla
Ve yanakları ısınmıştı bir damla ile…
Demek hayat bir ışıkta,
Bir damlada
Bir seste
Ve bir nefeste idi!
Uyanmak bir irade meselesiydi.
Ve yokluk şarkısını nihayete erene dek sabr ile dinlemeyi bilenler,
Önce kendini sonra her bir dünyayı
Sebat ile keşfetmeyi başaranlardı.
Tüm uyuyanların önce algıları
Devamında kendiliğinden gözleri kapandı.
Manen gözü kapalı olan
Göz uzvuyla kendini dahi göremez.
Hakikate gözü kapanan
Musibete hazır olsun…
Uyan!
‘Tüm uyuyanları uyandırmak için tek bir uyanık yeter.’
Ve Tekbir
Allah’u Ekber dedi
Usulca ayağa kalkarken
Anlamıştı hakikat makul olandı…
Şükran Eslem Dağ | Nisanur Dergisi | Mart 2021 | 112. Sayı
Yorum yap