Göklerden yıldızlar bir bir süzülerek yeryüzüne iniyor ve indikleri gibi parıl parıl parlayan aynalara dönüşüyordu. Bu aynalarla göz göze gelenlerin, gözleri gibi kalpleri ve akılları da nurlara gark oluyordu. Bu aynalar öyle aynalardı ki; ona dokununca gökten sicim sicim bir yağmur yağıyor ve dokunanın kirlerini alıp götürüyordu. Ama ayna olmak kolay değildi. Ayna olmak için önce ruhları parlatmak gerekirdi. Nice zorlu badirelerden geçip yine kendisiyle yarışarak ruhunun merdivenlerini atlaya atlaya, sonunda nurlarına nur ekleyip gökyüzünde parlayacak bir yıldız olabilmeyi başarmış olmak gerekiyordu.
Bu ay, “Mümin müminin aynasıdır” hadisinden yola çıkarak, edebi anlatımın büyülü kanatlarıyla bizi sahabe efendilerimizin hayatlarına götürerek onların birbirlerine nasıl ayna olup güzellikler aksettirdiklerini anlatan Yazar A. Ali Ural’ın ‘Peygamber’in Aynaları’ adlı kitabıyla karşınızdayız.
Bir soru ile başlamak istiyorum. Şüphesiz her insanın içinde, kalbinin derinliklerinde parlamayı bekleyen bir yıldız vardır. Sahabelerin, içindeki yıldızı dışarı çıkarıp etrafındaki insanların yollarını aydınlatmalarına sebep olan neydi?
Yazar kitapta:
‘Büyük ayna, yüzlerce ayna tarafından kuşatılmıştı. Teslim almak için değil, teslim olmak için sarıldı etrafı. Mümin müminin aynasıdır. Peygamber dostlarının aynası, dostları Peygamber’in…’ diyor.
İnsanın kalbi kime dönükse bir süreden sonra kişinin ahlakı da, düşünceleri de baktığı kişinin şekline bürünür. Sahabeler de kalplerini Efendimiz Muhammed Mustafa (SAV)’ya döndürmüşler ve Onda gördükleri her yönüyle muhteşem güzellikleri, alıp kalplerinin duvarlarına asmışlardı. Asılan güzellik tabloları günümüze kadar ulaşmış ve bakanların kalplerini, akıllarını güzelliği ile bir bir aydınlatmıştı.
Elimizdeki kahveyi yudumlayıp sayfalar arasında geziniyoruz. İlerledikçe, yazılanlar gözümüzde canlanıyor ve şu satırlarla göz göze geliyoruz:
‘Uzaktan bir aynanın yansıması düşünce şehre yarış başladı. Biz çağrıldığımız tarafa değil, aksi istikamete doğru fırladık. Hayır, isyan etmemiştik, bizi çağırana doğru koşmak istiyorduk gerçekten. Her birimiz başka bir yola düştük onu bulmak için. Bitiş çizgisine ulaşanlar aynayı değil, yüzünün halini gösteren yansımayı kazanacak.’
Mümin müminin aynasıdır, bu doğru fakat karşımızdaki kişi her ne kadar ayna olup bize doğruları aksettirmeye çalışsa da eğer biz aynadan yansıyan ışığı alıp karanlık taraflarımıza tutmazsak; aldığımız ışığın ne faydası olacak ki bize? Aldığımız ışığı kalbimize yansıttığımız kadar aydınlanabiliriz. Yazarın dediği gibi ‘Bitiş çizgisine ulaşanlar aynayı değil, yüzünün halini gösteren yansımayı kazanacak.’
Sayfalar ilerledikçe biz de yolumuza devam ediyoruz. Bu kez karşımıza naifliği ve cömertliği ile sadık dost Hz. Ebubekir çıkıyor. Öyle seviyor ki Efendimizi… Ahh keşke diyoruz. Sonra bakıyoruz; Sıddık olan tüm malını İslam davası için feda ediyor. Nasıl olur, bir insan nasıl bir anda vazgeçebilir onca malından, diye geçiyor içimizden. Tam o anda Yazar:
‘O dünyayı değeriyle ölçebiliyor; düşman ordusundan değil, nefsin üzerine yürüyüp kuşatmaya çalışan dünyadan korkuyordu Müslümanlar için.’ deyip Hz. Ebubekir’in şu sözünü iliştiriyor kitabına:
‘Gördüm ki dünya size doğru gelmekte. Niçin geliyor, kuşatmak için sizi. Bana öyle geliyor ki; sizler de ipekten perde ve döşemeler, atlastan yastık ve şilteler edinecek ve yün yataklara yatmaktan, diken üzerinde yatıyormuş gibi acı duyacaksınız.’
O, bulmuştu formülü dünya ile savaşında. Dünyayı yenmek için içinde bulunanlardan bir bir kurtulması gerekiyordu. Sıddık olan bunu yapmıştı. Dünyaya bağlanmak yerine onu dünyaya bağlayan tüm ipleri keserek mücadele ediyordu. Böylece dünyada mal biriktirip etrafımızdakileri düşünmediğimiz bu zamanda ‘dünyaya bağlılık’ karanlığımıza ayna olup aydınlatıyor bizi.
Kitapta Hz. Ebubekir dışında 32 sahabe daha anlatılıyor. Hz. Ömer’in halifeliğin hakkını vermeye çalışmasını… Hz. Osman’ın hayâsını… Hz. Ali’nin güçlü kişiliği ile döneminin tüm zorluklarına karşı var gücüyle direnmesini… Nebinin Fatıma’sının vefasını ve çağlara sığmayan örnek evliliğini… İki gözünün çiçeği olan Hasan’ın fedakârlığını… Hüseyin’in zilleti kabul etmeyen azizliğini… Musab bin Umeyr’in İslam sevgisi için zenginliğinden vazgeçişini… Ebu Zer’in dinmez yalnızlığı ile birlikte imrendiren zühdünü… Nuayman bin Amr’ın yüzleri güldüren şakacı mizacını… Hz. Hamza’nın İslam’a sahip çıkışını… Kab bin Malik’in İslam’ın güzelliğini anlatan şiirlerini ve daha birçok sahabi…
Yazar anlattıkça sahabeler biraz daha yaklaşıyor canımıza ve onlar yaklaştıkça özlemimiz kat be kat artıyor. Onları okumak yetmiyor bu sefer. Onlarla oturup muhabbet etmek ve gözlerinin derinliklerinde neler taşıdıklarını görmek istiyoruz.
Fakat okurken bir şey dikkatimizi çekiyor. Yazar, sahabeleri kusursuz olarak göstermiyor bize. Onların da insan olduklarının, haliyle her birinin kusurlarının var olduğunun altını çiziyor. Onlar hata yapabiliyordu ama hatalarında ısrar etmiyorlardı ve yaşamları boyunca hep mücadele ediyorlardı. Bunun için birbirlerine ayna olmaları önem arz ediyordu. Yeri geldiğinde birbirlerine kusurlarını hediye ediyorlardı, ayna olmanın gereklerinden biri de bu değil miydi?
Efendimizin hadisiyle bitirelim:
“Ashabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine sarılsanız hidayete erersiniz.” (Beyhaki)
Peki, sizin yolunuzu kaybettiğinizde doğru yolu gösteren yıldızınız kim?
Zeynep Dal | Nisanur Dergisi | 83. Sayı | Ekim 2018
Yorum yap