AileManşetSuna Tutak

Ailede Hemdem/Hemhâl Olabilmek

“Yaşamı boyunca herkes ‘birini’ bulur, ama ‘birbirini’ bulmak çok az insana nasip olur.” demiş, Dücane Cündioğlu.

Şu dar-ı dünyada en büyük talihimiz; durumumuzdan, halimizden anlayan bir yaren, bir yol arkadaşı bulabilmektir. Bunun için bizim de halden anlayan bir yaren, bir yol arkadaşı olmamız şarttır tabii ki.

Niyet okumalara kalkışmadan, suçlamalarda bulunmadan hallerimizi anlamaya çalışmak… Hüsn-ü niyetle, dostça, arkadaşça, canca, empatiyle yaklaşabilmek… Herhangi bir koşuldan, sebepten, beklentiden, arındırılmış sevgiyle sevmek, olumsuz durumlar karşısında da sevmekten vazgeçmemek…

Birbirlerinin hallerinden anlayanlar herhangi bir sözlüğe ihtiyaç duymazlar. Onlar için çoğu zaman bir gülümseme, bir bakış kâfi gelir. İnsani ilişkilerimizde halden anlayabilmek önemli bir konudur. Halden anlamak; empati yapmaktır, karşı tarafla duygudaşlık oluşturabilmektir. İçinde bulundukları koşulların manasını derinlemesine kavramak hemhal olmak, hemdem olabilmektir.

Bir başkasının ıstırabını, acısını hissedebilmek… Aslen halden anlama yetisi ile dünyaya gönderiyor Yaradan bizleri. Bir başkasının içinde bulunduğu sıkıntıyı, üzüntüyü, keyifsizliği, mutsuzluğu hemen seziyoruz ve onun ağrısını, acısını, sızısını, ıstırabını dindirme yönünde güçlü bir istek duyuyoruz. O hissimizi bir aksiyona, eyleme geçirebiliyorsak; o sıkıntıyı kaldırabiliyor, gidermeye çalışıyoruz.

Hz. İnsan bir başkasının acısına kayıtsız kalamıyor. Kodlarımıza öyle programlanmış çünkü. Tabi acımasızlar, vicdansızlar, merhametsizler, şefkat yoksunları bunun dışındadır. Herkeste bir halden anlama kabiliyeti vardır. Eğer o nüveyi ortaya çıkarabiliyorsak… Bir bebeğin karşısında ağlama pozisyonuna girin bir süre sonra bebek size eşlik edip ağlamaya başlar. Üzgün olduğunuzu hisseder ve sizinle duygudaşlık yapar.

“Vicdan içimizde Allah’ın sesidir.” der, rahmetli Nurettin Topçu. Derinliklerimiz içinde var olan bu erdeme ya can veriyoruz ya da baskılayarak üstünü örtüyor, çıkmasına izin vermiyoruz…

İnsan onurunun öne çıkarıldığı, merhametin baş tacı edildiği ailelerde, halden anlama, empati yapabilme, diğerkam olabilme, iyicil duygular melekeleşiyor. Yaşam tarzı haline geliyor adeta. Acımasızlığın, merhamet ve şefkatin eksik olduğu ailelerde ise acıma hissi baskılanıyor ve vicdan, merhamet en kör kuyularda üstü kapalı kalıyor.

İnsan kendini tutamayan bir varlık. Kızdığında, azgınlaştığında, had-hukuk tanımayan esfel-i safilin olabiliyor. Bu duygu ve davranışlarını da en bariz gösterebildiği, maske takmadan yaşadığı, kalkanlarını indirebildiği yer olan ailesinde daha çok sergileyebiliyor maalesef.

Bütün erdemlerin tüketilebilir olduğu bir zaman diliminde, acımasızlığın kol gezdiği bir çağda en naif, en nazik, en iyicil, en diğerkâm olmamız gereken yer ailemiz olmasına rağmen… Bakınız burada bir cinsiyetten bahsetmiyoruz. Hakaret, kaba saba, nobran davranışlar, nezaketsizlik örneklerini bazen kadında bazen de erkekte görmekte ve duymaktayız.

Dışarıda en kırılgan sesiyle: “Beyefendi bakar mısınız?” içeride ise en sert ve tok sesiyle “herif” diye seslenebilmekte… En uygun ve düzgün, en nazik üslupla: “Hanımefendi, lütfen bir çay alabilir miyim?”, eşi olan diğer yarısına ise kendisine ikram edilen çayın şekerinin atılıp karıştırılıp verildiğinin dahi farkında olamayacak kadar üst düzey bir farkındasızlık… Dışarılarda “evladım” derken içerilerde “lan” gibi itici hitabet yoksunlukları…

“Kuşatılmış Aile” kitabında aile için “Kalpsiz bir dünyada son sığınak” der, Prof. Christopher Lasch. Yani sevgisiz dünyada sevgi bulabileceğimiz yegâne yerimizdir. “Evliliğin yakıtı sevgidir” diyen ne güzel kelam etmiş. “Seven, sevdiği kadar fedakârlık yapar.” der, Sabahattin Ali.

Aile olabilmek için fedakârlık, paylaşma, sevgi, saygı gibi en önemli özelliklerin yanı sıra adil de olabilmek gerekir.

Ailenin yangın yerine döndüğü yerde ruhsal kötülükler de kaçınılmaz olur. Depresyon, anksiyete, panik atak, davranış ve duygu durum bozukları ardı sıra gelebilmektedir çoğu zaman.

Peki, bunun bir panzehiri yok mudur?

Bu hedonist dünyada panzehirimizin irade olduğu kanısındayım. İrade; tıpkı kaslarımız gibidir. Kullandıkça gelişebilir de kısalabilir de. İrade alıştırması her seferinde kendini tutma, hazzı erteleme yönünde insanı eğitir. Ve hazzı erteleyen insanlar zamanla sebatkâr olurlar.

Hemen şimdi değil. Biraz geciktirebilen, daha sonra uygun şartlarda ben buna erişebilirim diyen insanlar, kendine yeterliliği olan, hayatı daha iyi yöneten insanlar olabilmektedir. Yaşamımızın direksiyonunu elimizde tutma hissini bize veren de irademizdir. Onu zaman zaman hazlarımıza, söylenebilecek kötü bir kelama, anlık tatmine hemen mağlup etmemeliyiz.

İnsan olmanın, heva ve hevesinde azgınlaşmamanın temeli irademizdir. “İrade bedeni tuttuğu zaman ruhu serbest bırakır.” der bir akademisyen. Dilimizi, sesimizi, kötücül bakış ya da davranışımızı tutabildiğimiz kadar insan olur, özgürleşebiliriz.

Farabi der ki: “İnsanın en büyük hazzı övülmektir.” Bu övgüyü neden ailemize sunmayız peki? Nasıl görürüz onları? Çantada keklik mi? Vazgeçilemez olduğumuz kanısı mı? Sevgi yoksunluğumuz mu?

Hemhal olmak… Eğer biz hemhal olma durumunda, dışta tezahür eden davranışlarımızın temelinde yatan unsurları bilmiyorsak; hemhal olmamız gerçekten mümkün değildir. Her insanı, Hz. İnsan bilebilmek, hemdert olabilmek…

Bazen hoş göre göre görülmez hale gelebiliyoruz. Yapılan iyilikler bir süre sonra vazife halini alabilmekte… Hoşgörümüzü suiistimal edenlere karşı nasıl davranmalıyız, diye bir soru dönüyor zihinlerde.

“İyilik yapan mükâfat bekliyorsa tefecidir.” der, Cemil Meriç. Onlar halden bilmiyorsa o, onların problemidir. İlkeli olan, fikri olan insanlar halden anlarlar. Nihai ilke, yerli yerine koyabilme cesaretini gösterebilme, adaleti telakki edebilmektir; sonucunda anlaşılamama olsa dahi…

Lakin sürdürülebilir bir huzur istiyorsak; karşı taraf mutlu olmadan mutluluğun tam olması uzun süremez. Sürdürülebilir bir mutluluk arıyorsak eğer, karşımızdakinin de mutluluğunu düşünüp değer vermek, değer göstermek, o değeri hissettirmek gerek. “O acı çekerken ben de acı çekebiliyor muyum?” diye durup düşünmemiz gerek. Bunun için de muhabbet halinde olmamız gerek. Diğerlerine kuşlar misali şakıyabiliyorsak eğer, diğerlerinin yanında gözlerimizin içi gülüyorsa bunun birincil yeri aile olmalı; o muhabbet, o aşk oradan yayılmalı kalpsiz dünyaya…

Daha büyük ateşlerde yanmamak için gelin hemhal, hemdert olalım…

Suna Tutak | Nisanur Dergisi | Ekim 2020 | 107. Sayı

Yorum yap