ManşetSeyahatŞüheda BotanYazarlar

Açıkhava müzesi tadında; Safranbolu

[ap_dropcaps style=”ap-square”]B[/ap_dropcaps]ayram tatilinin uzunluğunu fırsat bilip yine düşüyoruz yollara. Belirlediğimiz rotanın ilk durağı; yaşanılası evleri, taş sokakları, lezzetli lokumları ve şehre adını veren nadide baharatı safran ile Safranbolu!

Safranbolu deyince gözümüzde canlanan ahşap detaylı beyaz konakları görmek için sabırsızlıkla yol alırken, gözümüze ilişen Hadrianapolis Antik Kenti tabelası ve alınan anlık kararla rotamızı Eskipazar’a çevirdik. Kısa bir yolculuğun ardından Antik Çağ’da hac merkezi olan Hadrianapolis kalıntılarına ulaştık. Roma Dönemi 4.yy’da kurulan Antik Kent, Anadolu’nun en erken dönem kiliselerinden birine sahiplik yapıyor. Kilise tabanındaki at, fil, panter, geyik ve grifon gibi birçok hayvan tasvir edilen mozaiklere göz attıktan sonra asıl durağımız olan Safranbolu’ya doğru yola çıktık.

Adını bölgede yetişen safran bitkisinden alan Safranbolu’nun eskiden adı Zafranbolu imiş. Bünyesinde yaklaşık 1500 tarihi eser ve 120 tarihi çeşme bulunan ilçe, tarihi mekân sevenler için adeta bir derya. İlçeye ulaşır ulaşmaz yaptığımız ilk iş, turizm danışma noktasından Safranbolu haritası almaktı. Bizim gibi tur ile gezmeyi sevmeyenler için kurtarıcı hükmündedir bu haritalar.

Belirlediğimiz noktadan başladık Arnavut kaldırımlı taş sokakları arşınlamaya. Ara sokaklarda kayboldukça tarihte yolculuk yapıyormuşuz hissiyatı sardı dört bir yanımızı. Hiç bozulmadan korunan konaklar, sokaklar ve ahali olma kültürü… Sıra sıra dizilmiş ahşap detaylı beyaz konaklar… İmrenerek baktığımız konaklarda sürdürülen yaşamlar, yaşanan tatlı bayram telaşları… İlçenin kendine has ruhu her adımda hissettiriyor kendini… Her köşe başında farklı bir güzellik karşılıyor bizi…

Tarihi ev veya mekân denilince yaşanılan yerden öte, gezilip görülen yer gelmektedir akıllara. Ancak Safranbolu bunun tersinin de mümkün olabileceğini, tüm güzellikleriyle yaşatmış oldu bize. Şöyle ki, geçmişe uzanan kökleri nedeniyle bir açık hava müzesi tadı verse de, öte yandan günlük yaşam tüm doğallığıyla süregelmekte. Ve evet, bizi en çok heyecanlandıran durum tam olarak işte bu…

Dışarıdan bakmakla yetinmeyip içini gezdiğimiz konaklarda geleneksel Anadolu evinin, hatta son dönem Osmanlı İstanbul’unun zengin planlı ev örnekleri karşıladı bizi. Safranbolu Evleri’nin dikkat çeken özelliklerinden biri; evlerin birbirinin güneşini engellemeyecek ve camların birbirine bakmayacak şekilde konumlandırılması. İslam’dan gelen bu ince düşünce, komşuluk anlayışı ve özel hayata saygı konusunda ne kadar hassas olunduğunu gösteriyor.

Evler, dönemin ince düşünce ve zarafetinin dışa yansımış hali gibi… Kapılarda bulunan tokmak detayları da bunu kanıtlar nitelikte. Evlerin kapısında iç içe geçmiş şekilde iki adet tokmak bulunuyor. Vakti zamanında eve bir misafir geldiğinde, daha tiz ses çıkaran küçük kapı tokmağını kadın misafirler çalar ve evin kadınları kapıya bakmaya gidermiş. Erkek ziyaretçiler ise büyük kapı tokmağını çalar ve misafiri karşılamaya da evin erkekleri giderlermiş.

Kapıdan girdikten sonra bizi karşılayan geniş alana ‘hayat’ denmesi de pek manidardır. Her eve ‘hayat’ kapısından girilir ve hayat kendine ait bahçesiyle var olur. Güneşin girdiği ve güneşle birlikte yeşilliğin de can bulduğu bu alan, hassaten kadın ve çocuk için ‘hayat’ olurken genelde ise ailenin mahremiyeti için olmazsa olmazdır.

Bir diğer özellik ise evlerde günlük buluşma yeri olan; “sofa”dır. Sofa dışarıya doğru ‘cumba’ yapar ve bu cumba içerden ‘sedir’e dönüşerek oturma alanı olur. Cumbadan yola doğru açılan pencere, sokağı olabildiğince geniş açıdan seyredilebilecek şekilde yapılır ki; evin annesi sokakta oynayan çocuğunu rahatlıkla kontrol edebilsin. Yani sofa, kadının dışa açılan penceresidir de diyebiliriz.

Evlerin odalarını gezerken bütün mobilyaların ev ile bir bütün olarak tasarlanmış olması bir hayli ilginç geliyor. Oturma grubu yerine önceden planlanan sedir, gardırop yerine duvarda gömülü dolap ve vitrin vs. gibi çözümler evlerin en heyecan verici yönlerinden…

Bu arada Safranbolu Evleri’nin tüm doğallığını koruyarak bugünlere kadar gelmesini sağlayan şeyin yumurta akı olduğu söyleniyor. Evlerin yapılırken temelinde yumurta akından horasan harcı kullanıldığı ve bu sayede depremlere oldukça dayanıklı olduğu bilgisi var.

Evlerle ilgili bu kadar detayı nasıl mı biliyorum? Yol arkadaşımın mimar olması, gezimize farklı bir bakış açısı ve tat katıyor. Şehrin ruhuna bir de mimari açıdan dokunuyoruz.

Şuheda Botan | Nisanur Dergisi | 83. Sayı | Ekim 2018

 

Yorum yap